bana gülümseyerek sorduğun soruyu hatırlıyor musun/ çıktığın bu yolculuk sana ne kazandırdı/ yüzüme bak ki cevabını alasın/ yakarışın gözlerine dalıp kalmış coşku gözyaşları/ ne kazandım çıktığım bu yolculuktan ey ömrümün mayası/ imkansız bir aşkın özlemiyle yanmış bir sine/ uzak, düşsel bir perdede kaybolmuş bir bakış/ yakıcı kavuşma arzusuyla kavrulmuş bir gövde
okuduğum kitapta bir cümle geçiyordu: “dünyaya çok kırgınım ve elimden gelen tek şey kek yapmak. kimsenin yemeyeceği bir kek de olsa her defasında aynı ısrarla…” bu satırları okuduktan sonra yapabileceğim tek bir şey vardı, o da kalkıp kek yapmak. epeydir şöyle güzel bir üzümlü kek yapmıyordum ki bu hayatta kendime yegâne güvendiğim şey üzümlü kek yapmak olabilir. keki fırına verdim, mutfağı toparladım, yaklaşık kırk beş dakika sonra şöyle bir kontrol edeyim dedim, misler gibi kabarmış dışı da bir güzel renk almış. bıçakla pişip pişmediğini kontrol edeyim de çıkarayım artık demiştim bir de ne göreyim, kekin içi daha pişmemiş, hâlâ biraz cıvık. bir ihtimal pişer diye fırının derecesini düşürdüm. bütün umudumu da o keke bağlamıştım. biraz daha bekledikten sonra keki fırından çıkardım çok da soğumasını beklemeden kalıptan çıkardım içi biraz hamur da olsa aldırış etmedim sıcak sıcak içinden dumanlar çıkarken kestim yedim bir dilim. yediğim şeyden de hiç de keyif almadım ama olsun, ...