Kayıtlar

2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

içimizde dönen yıldızlara bakıp sessizce/ düşlerin kışını ciğerimize dolduruyoruz/ hep yarıda kalan dostluklar sürdürüyoruz/ çekiciliğini kararsızlıktan alır sonlu varlığımız/ uzayda acının sonsuz titreşimlerini yayan/ bir yıldızdır kahkahamız

  geçtiğimiz pazar günü annem pazardan alınan sütleri kaynatma görevini bana verdi. tahmin edilebileceği üzere daha önce hiç başından sonuna kadar herhangi bir süt kaynatma merasiminde yalnız ve tek sorumlu olarak bulunmamıştım. üstelik bu zorlu görevde bir değil iki tencere süte göz kulak olmam gerekiyordu. sütler kaynamaya başlayıncaya kadar her şey şahane ilerledi. bence kaşıkla karıştırmak da mantıklıydı ama kepçeyle sütü havalandırarak karıştırmak gerekiyormuş. sütler en sonunda havalana havalana bir hâl oldu ve tepemize çıktılar, neyse ki ufak tefek birkaç damla sütün tencereden ocağa doğru gerçekleştirdiği intihar girişimiyle bu süreci de başarıyla tamamladım. ütü yapmak, ev süpürmek, dibine bir şey yapışmış tencereyi telle sürtmek suretiyle temizlemek (bu blogda süt reçeli yapmaya çalışma felaketimden bahsettim mi hatırlamıyorum ama o tencereyi yıkamaya çalışacağıma komple çöpe atsam hatta evi kapatıp gitsek her şey daha kolay olurdu. bir de yaprak sarması pişirmeye çalış...

sen aklıma gelince her şey gülümserdi/ ağaçlar şarkı söyler, rüzgar tatlı eserdi/ ey sevgilim, bilirsin benim ne çektiğimi/ garip başımın derdi bir yürek taşıyorum/ anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı/ içinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum/ görünce gülme sakın çırpınıp aktığımı/ ılık ve aydınlık bir denize koşuyorum/ sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de/ aradığım yerlere benzeyiş buldum sende.

  birisi 25 yaşına merdiven dayamış diğeri 25 yaşını yarılamış iki arkadaşım ve gençliğinin baharında henüz 24 buçuk yaşında olan ben geçen gün fark ettik ki hepimiz çok farklı şekilde portakal soyuyoruz. yani daha doğrusu benim dışımdakiler portakalı yanlış soyuyormuş. arkadaşlarımın portakal soymayı bilmedikleri gerçeği ile hayatıma nasıl devam edeceğim bilmiyorum ama insan nelere alışıyor, buna da alışırım. zaten mühim olan portakalı soyduktan sonra bana da bir dilim uzatmaları. yani sonuçta herkesten babamın yaptığı gibi portakal kabuğundan iç içe geçmiş iki kalp yapıp da bana vermesini bekleyemem. bu kadar portakal edebiyatından sonra demek istediğim şu ki, arkadaşlık güzel bir şey. kaç yıllık arkadaş olsak da hâlâ birbirimiz hakkında yeni bir şeyler öğrenebiliyoruz, mesela elmayı nasıl soyduklarını hâlâ bilmiyorum ama önce tüm kabuğunu soyup sonra ikiye bölüp dilimlemeye başlıyorlardır diye sormaya korkuyorum. çünkü elma önce dörde bölünür sonra içindeki çekirdekli yer kesili...

kendinizi hiç yalnız hissettiniz mi bay antuan/ yapayalnız ama, selam verecek kimseyi geçin/ onun olma hayalinden bile yoksun/ ve bir salı öğlesi pazardan aldığınız domateslerle/ konuştuğunuz oldu mu hiç onları doğramadan?/ gözlerinizi bir köre sattığınız için/ pişman mısınız bay antuan/ olacak her şeye mani olduğunuzdan/ yenildiğimiz bütün oyunlarda/ hep aynı hile: bir şeyi zamana/ bırakmanın yanılgısı/ konuşan herkese baktık uzun uzun/ ve anlayamadık hayatı/ hani kendi içinde çıktığı yolculuktan/ bazen eli boş döner ya insan/ her şey bir şeye benzer sonradan

  daha kış aylarına girmemiş olmamıza rağmen bana bir kış yetecek kadar hasta oldum sanırım bu yıl. hiç şaşırtıcı olmayacak şekilde neredeyse son bir haftadır yine hastayım ve hastayken ders çalışılmaz bu yazılı olmayan bir kuraldır. yani bolca boş vaktim vardı. madem bu blog benim geçmişe dönmek istediğimde bana evin yolunu gösterecek olan ekmek kırıntılarım, neler yapmışım bir bakayım dedim. 2019 yılının kasım ayında hâlâ üniversitede öğrenciydim. son sınıfın ilk dönemindeydim. muhtemelen yine içimde bir yerlerde bu sene kesin bırakıyorum bu okulu diye düşünüyorumdur. alttan derslerim var ve okulu zamanında bitirmem mümkün değil, tabi o zamanlar uzaktan eğitim mucizesiyle zamanında mezun olabileceğimden habersizdim. üç yıl önceki kendime şu anda yüksek lisans yapıyor olduğumu söylesem bana hayatta inanmaz. çünkü mezun olduktan sonra bir daha o fakültenin önünden geçmeyeceğime çok emindim. şimdi haftada bir gün kendi iradem, isteğim ve rızamla gidiyorum, hayat gerçekten çok tuha...

bana gülümseyerek sorduğun soruyu hatırlıyor musun/ çıktığın bu yolculuk sana ne kazandırdı/ yüzüme bak ki cevabını alasın/ yakarışın gözlerine dalıp kalmış coşku gözyaşları/ ne kazandım çıktığım bu yolculuktan ey ömrümün mayası/ imkansız bir aşkın özlemiyle yanmış bir sine/ uzak, düşsel bir perdede kaybolmuş bir bakış/ yakıcı kavuşma arzusuyla kavrulmuş bir gövde

  okuduğum kitapta bir cümle geçiyordu: “dünyaya çok kırgınım ve elimden gelen tek şey kek yapmak. kimsenin yemeyeceği bir kek de olsa her defasında aynı ısrarla…” bu satırları okuduktan sonra yapabileceğim tek bir şey vardı, o da kalkıp kek yapmak. epeydir şöyle güzel bir üzümlü kek yapmıyordum ki bu hayatta kendime yegâne güvendiğim şey üzümlü kek yapmak olabilir. keki fırına verdim, mutfağı toparladım, yaklaşık kırk beş dakika sonra şöyle bir kontrol edeyim dedim, misler gibi kabarmış dışı da bir güzel renk almış. bıçakla pişip pişmediğini kontrol edeyim de çıkarayım artık demiştim bir de ne göreyim, kekin içi daha pişmemiş, hâlâ biraz cıvık. bir ihtimal pişer diye fırının derecesini düşürdüm. bütün umudumu da o keke bağlamıştım. biraz daha bekledikten sonra keki fırından çıkardım çok da soğumasını beklemeden kalıptan çıkardım içi biraz hamur da olsa aldırış etmedim sıcak sıcak içinden dumanlar çıkarken kestim yedim bir dilim. yediğim şeyden de hiç de keyif almadım ama olsun, ...

karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır/ yıldızlar, aydınlık fikirler gibi/ tavanda salkım salkım/ bu gece dağ başları kadar yalnızım./ çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından/ dudaklarımda eski bir mektep türküsü/ karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim/ gözlerim, gözlerini arıyor durmadan/ nerdesin?

  yeni eğitim öğretim dönemine başlıyor olmanın geçişini biraz yumuşatmak adına ‘döneme tatlı bir başlangıç yapalım’ kurabiyeleri yaptım, tek umudum sabah uyandığımda onların vereceği mutluluk. evet kurabiyeden medet umar halde olduğum için durumum pek iç açıcı gözükmüyor olabilir ama bunlar hep mevsim geçişinden oluyor, ya da mevsimin üzerimizden geçip gitmesinden. kendi kendime verdiğim uzun tatilin ardından iktisatla alakalı öğrendiğim iki üç şeyi de unutmuş gibi hissediyorum ama en azından ‘neden borçlarımızı ödemek için para basmıyoruz?’ seviyesinde değilim, ilk başladığımda tam olarak o seviyedeydim çünkü o yüzden bu iyi bir haber sayılabilir. geri kalan kısmını zaman içinde bir şekilde hallederiz. çünkü yeni dönem için bir akademik ajanda aldım ve güzel bir defter işleri yoluna koymanın ilk adımı olmasa da bir noktada işe yarayacaktır diye umuyorum. eskiden de yeni bir alışkanlık edinmek bu kadar zor mu geliyordu yoksa yirmi dört yaşında olmak biraz da böyle bir şey midi...

gecenin üçüdür en uygun zaman, bahse girerim/ düşünün: sabah çok yakın/ oysa ışıltı yok ortalıkta/ nerdeyse gece bitmiş ama sürmekte karanlık/ henüz uyanmış bazıları/ henüz uyumamış bazıları/ bazıları uyanmış uykusuna doymadan/ bazıları uykusuna varmadan doymuş

  insan bazen kendisini yumurtanın akı içine sarısı üzerine konulan poğaça tarifleri kadar bile işe yarar hissetmiyor. bazı tariflerde yumurtanın tamamı poğaça hamurunun içine katılıyor ve sonrasında poğaçayı fırına uğurlamadan önce üzerine yumurta sarısı sürmek gerektiğinden tekrar yumurta kırılıyor. bu sonradan kırılan yumurtanın beyazını çöpe atsan içine sinmiyor, sonra kullanırım diye dolaba kaldırsan hiçbir zaman kullanmayacağını hatta yağda yumurta yaparken bile aklına gelmeyeceğini biliyorsun. işte insanı böyle ikilemde bırakıyor, bu yüzden yumurtanın akı içine sarısı üzerine kullanılan tarifler işe yarar tariflerdir. ve işte insan bazen bu tarifler kadar bile işe yaramadığını hissedebiliyor. mevsim geçişlerinde olur öyle şeyler diyebiliriz sanırım çünkü bu durumun bir çözümü varsa da ben bilmiyorum. halının üzerine uzanıp ne yapacağım ben bu hayatı diye düşünme mesaimde bana bol şans. insan ilişkileri hep mi böyle karmaşıktı yoksa son zamanlarda bir şeyler mi değişti bilm...

adımı unutup/ bir kaya gibi sert ve görkemli kalmayı bileyim/ elbette umutsuzluğa düşerim bazan/ elbette umutluyum her zaman/ neden yazılır bir şiir/ çünkü nasıl aşılabilir başkaca/ insanın karmaşıklığı. /evet/ dün akşam evinin önünden geçtim /içim hem kimsesizdi hem kalabalık/ bu demektir ki sevgisiz düşünemiyorum sevdayı/ bana söz ver yarın akşam/ göze al her şeyi yeni baştan konuşmayı

  odamda bir şeyleri toplamak istemediğimde elime ne geçerse kaldırdığım boş bir çekmece vardı. daha sonrasında muhakkak düzenlerdim o çekmeceyi, her şeyi yerli yerine kaldırırdım. geçen gün yine bir şeyleri oraya kaldırmak için çekmeceyi açtığımda tamamen dolmuş olduğunu gördüm, demek ki uzunca bir süredir bir şeyleri toplamak istememişim. ama merak etmeyin çekmeceyi düzenlemedim, bir şekilde bir şeyleri ittirip elimde olanları da oraya sıkıştırmayı başardım. muhtemelen bir daha ki sefere elimdekiler artık oraya sığmayacak ve mecburen toparlamak zorunda kalacağım veya belki de bir çekmeceyi daha boşaltıp orayı da bu amaçla kullanmalıyımdır. şaka yapıyorum, bu yazının amacı ne kadar dağınık olduğumdan bahsetmek değildi. sadece zihnimizde de böyle büyükçe boş bir çekmece var ve düşüncelerimizi oraya sıkıştırmaya çalışıyoruz. sonra üzerine düşünürüz, sonra konuşuruz, sonra hallederiz diye diye sonralıklarımızı sıkıştırdığımız bir çekmece. yeri geliyor teşekkür etmeyi bile erteliyoruz...

herkes bir sebepten ölür/ sorun değil bu/ asıl sorun yalnızlığından kaçmaları bazılarının/ herkes birinin kalbindeki bir yeri açar/ dokunduğu zamana kadar bilinmeyen/ bir narı parçalayıp da her tanesine/ bir nar olduğunu anlatmak da neyin nesi?/ ya da gittiğiniz her denizden aldığınız bir bardak su/ deniz olduğunu bilir mi tek başına?/ unutulması gereken ne çok yükle yaşıyoruz, hatırlasanıza

  evet korkunç bir dünyada yaşıyoruz ve evet benim de her zaman için her konuda olumlu tecrübelerim yok. hayal kırıklıkları arasından ayıklayabildiklerimle, güzel kalabilen kısımlarla avunup iyi tarafından bakmaya çalışıyorum. olayların iyi tarafından bakmak demek başıma hiç kötü bir şey gelmiyor demek değildir, bazı olumsuz durumlara da maruz kalıyorum evet ama ben böyle bir bakış açısı tercih ettim demektir. her zaman dünyanın güzel bir yer olduğuna inandırmaya çalışan değil de inandırılmaya çalışılan, önüne güzellikler sunulan kişi olmak istiyor bazen insan. mesela her zaman ben yapmayayım o keki, bir kere de bir başkası benim için yumurtaları ve sütü önceden dolaptan çıkarsın oda sıcaklığına gelene kadar beklesin, yumurta ve şekeri en azından beş dakika çırpsın, unu muhakkak elesin, fırını önceden 200 dereceye ayarlasın sonra da kapımı çalıp sana kek yaptım desin. ne bileyim işte, dediğim gibi insan bazen o güzelliklerin gösterildiği kişi olmak istiyor. bir de tüm bunlara eşl...

ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın/ ellerini bir tutsam ölsem/ böyle uzak seslenmese/ ben bir şehre geldiğim vakit/ o başka bir şehre gitmese/ otelleri bomboş bulmasam/ içlenip buzlu bir kadeh gibi/ buğulanıp buğulanıp durmasam/ ne olur sabaha karşı rıhtımda/ çocuklar pia'yı görseler/ bana haber salsalar bilsem/ içimi büsbütün yıldızlar basar/ bir hançer gibi çıkıp giderdim/ ben bir şehre geldiğim vakit/ o başka bir şehre gitmese/ singapur yolunda demeseler/ bana bunu yapmasalar yorgunum/ üstelik parasızım pasaportsuzum/ ne olur sabaha karşı rıhtımda/ seslendiğini duysam pia'nın/ sırtında yoksul bir yağmurluk/ çocuk gözleri büyük büyük/ üşümüş ürpermiş soluk/ ellerini tutabilsem pia'nın/ ölsem eksiksiz ölürdüm

  güzel bir mayıs akşamı, bir parkta banka oturarak ayaklarımı da yukarı toplayarak ve tercihen bağdaş kurarak, kucağıma da bilgisayarı alarak yazmak istemiştim bu yazıyı aslında. ama o beklediğim güzel mayıs akşamı hiç gelmedi. ilkbaharı hâlâ hissedemedim bu yıl, ilkbahar hissinden mahrum kaldım sanki. havalar biraz serin olsa da yine de bir termosa çayımı katıp yine bir parkta yazabilirdim bu yazıyı ama yalancı bahar havalarına kandığım için beni bu sahte güzel havalar mahvetti diyebilirim sanırım, birazcık hasta oldum diyelim. tabi bu durumda şehrin en güzel dondurmacısını bulmak adına kurs çıkışı eve dönerken son birkaç gündür neredeyse her gün yediğim dondurmaların da etkisi olabilir, ama tek amacım o güzel dondurmayı bulmaktı. maalesef bu uğraşım da boşa çıktı, denediğim birkaç dükkanda da yediğim şeye dondurma demem şimdiye dek yemiş olduğum güzelim dondurmalara hakaret olurdu, bari hasta olduğuma değseydi. neyse bu hayal kırıklığımın üzerini daha iyi hissettirsin diye yak...

ben ona gittikçe soğuyan zamanlarda/ sıcacık bir sığınak olayım istemiştim/ insanlar içinde üşüdükçe/ güvenle gelebileceği/ kuşların kanatları neden vardır?/ bir insan neden ağlar yarı yaşına gelince?/ bulutlar gökyüzünün yükü müdür, süsü müdür?/ tutsağı mıdır rüzgarın, sevgilisi midir?/ konuşayım istemiştim bir yüreğin dilince/ yanıtı olmayan sorularda boğmak istememiştim/ ben ona sabah olamasam da/ dingin bir ikindi olayım istemişimdir/ her şeyin usul usul durulduğu saatlerde gelsin/ yüzünde uçuk bir gülümsemeyle/ yaslasın yorgunluğunu gövdemin yaşlı çınarına/ serip üzerine yapraklarımın ağırlıksız yorganını/ dinlendireyim istemiştim/ üşütmek istememiştim.

Resim
  “yapıtımı büyüklere göstererek resimden korktular mı diye sordum. dediler ki, ‘şapkadan da korkulur mu hiç?’ oysa ben şapka değil, bir fili sindirmekte olan bir boa yılanı çizmiştim. büyükler anlayabilsin diye bu kez ikinci bir resimde boa yılanının içini de çizdim. büyüklere bir şeyi açıklamazsanız olmaz.” bu satırları küçük prens’ten hatırlayacaksınızdır. büyümek deyince aklıma hep bu satırlar geliyor. aklı başında birisi olmak tüm bu inceliklerden uzaklaşmak demek sanki.   “tabii ben de artık onlara ne boa yılanlarından ne balta girmemiş ormanlardan ne de yıldızlardan söz açıyordum. onların düzeyine iniyordum. briç, diyordum, golf, politika, kıravat mıravat. onlar da böylesine aklı başında biriyle tanıştıklarına bayağı seviniyorlardı.” büyümek dediğimiz süreç gözümde gittikçe büyümeye başladı. evet farkındayım artık 18 yaşında değilim ve evet farkındayım bir aya 24 yaşında olacağım, ama tüm bunlar büyümek ve yetişkin olmakla ilgili sorun yaşamıyor olduğum anlamına gelme...