ben ona gittikçe soğuyan zamanlarda/ sıcacık bir sığınak olayım istemiştim/ insanlar içinde üşüdükçe/ güvenle gelebileceği/ kuşların kanatları neden vardır?/ bir insan neden ağlar yarı yaşına gelince?/ bulutlar gökyüzünün yükü müdür, süsü müdür?/ tutsağı mıdır rüzgarın, sevgilisi midir?/ konuşayım istemiştim bir yüreğin dilince/ yanıtı olmayan sorularda boğmak istememiştim/ ben ona sabah olamasam da/ dingin bir ikindi olayım istemişimdir/ her şeyin usul usul durulduğu saatlerde gelsin/ yüzünde uçuk bir gülümsemeyle/ yaslasın yorgunluğunu gövdemin yaşlı çınarına/ serip üzerine yapraklarımın ağırlıksız yorganını/ dinlendireyim istemiştim/ üşütmek istememiştim.

 

“yapıtımı büyüklere göstererek resimden korktular mı diye sordum. dediler ki, ‘şapkadan da korkulur mu hiç?’ oysa ben şapka değil, bir fili sindirmekte olan bir boa yılanı çizmiştim. büyükler anlayabilsin diye bu kez ikinci bir resimde boa yılanının içini de çizdim. büyüklere bir şeyi açıklamazsanız olmaz.” bu satırları küçük prens’ten hatırlayacaksınızdır. büyümek deyince aklıma hep bu satırlar geliyor. aklı başında birisi olmak tüm bu inceliklerden uzaklaşmak demek sanki.  “tabii ben de artık onlara ne boa yılanlarından ne balta girmemiş ormanlardan ne de yıldızlardan söz açıyordum. onların düzeyine iniyordum. briç, diyordum, golf, politika, kıravat mıravat. onlar da böylesine aklı başında biriyle tanıştıklarına bayağı seviniyorlardı.” büyümek dediğimiz süreç gözümde gittikçe büyümeye başladı. evet farkındayım artık 18 yaşında değilim ve evet farkındayım bir aya 24 yaşında olacağım, ama tüm bunlar büyümek ve yetişkin olmakla ilgili sorun yaşamıyor olduğum anlamına gelmez. daha ciddi bir dünyaya adım atmak o kadar da kolay bir şey değildir ya da kendi ciddiyetsiz dünyamı insanlara kabullendirmem gerekir veya en güzeli herkes istediği şekilde bir hayat sürmeli ve kimse kimseye artık bu yaşa geldin böyle şeyler yapılmaz dememeli. büyümek dediğimiz şey kendimizden taviz vermek olmamalı. yıllarımı aldı ama annem çay tabağı kullanmayı sevmediğimi artık kabullendi sanırım, artık bana çay verirken çayımı tabaksız getiriyor. zafer belki de direnenlerindir. büyük olmak demek ağacın dalına, yaprağına, çiçeğine bakınca ne ağacı olduğunu bilmek demektir mesela, ben asla ayırt edemem. büyük olmak demek göz kararı pilav yapabilmek demektir mesela, ben bardakla ölçsem de tutturamayabilirim, gerçi bu biraz da benim beceriksizliğim ve iş bilmezliğim olabilir onu karıştırmayalım. büyük olmak demek insan ilişkilerini biraz daha anlamlandırmak demektir mesela, hani insan ilişkilerinde bazı işaretler olur, mesela birisi seninle mesafeli olmak istiyorsa ya da o kadar yakın olmak istemiyorsa diyelim, bunu belli eder. ben tüm o belli edişleri ya belki modu düşüktür, ya belki canı sıkkındır, belki bu tavrı bana değildir şeklinde yorumlamışım galiba. ay çok iyi kalpliyim en kötü huyum insanlara çok güvenmektir demeyelim de dümdüz bir salağım diyelim. belki benim de o mesafeyi korumam gerekiyordur artık ama ilişkilerde hesap kitap yapmayı da hiç sevmiyorum, aynı zamanda kalbimin kırılmasını da sevmiyorum. sanırım büyümek bu konularda biraz daha orta yolu bulabilmek demek. büyük olmak demek arabayı şehrin öbür ucuna da park etsen sanki daha az önce kapısından çıkmışsın gibi şıp diye bulabilmektir mesela, ben değil şehrin öbür ucu yolun karşısına bıraktığım arabayı bulamayabilirim yani bana araba emanet etmeden önce iki defa düşünün ama bu durum biraz da yer yön duygumun pek de olmaması ile alakalı olabilir. hâlâ sağımı solumu karıştırırım arada, o yüzden genelde sol bileğime bileklik takarım bu bilgiyi sürücü kursundaki insanlarla paylaşmalı mıyım emin değilim. büyük olmak demek ekmeğin içini dışını birlikte yemek demektir mesela, ben mümkün olduğunca içindeki yumuşak kısmını yiyip dışını babama veririm. büyük olmak demek hava durumuna bakınca 17 dereceyi gösterdiğinde dışarı çıkarken ne giyeceğini bilmek demektir, ben asla kestiremiyorum hava sıcak mı olacak soğuk mu. büyük olmak demek papatyadan taç yapabilmektir mesela, ben çiçekleri elime aldığım an hepsi birbirine dolaşmaya başlıyor. büyümek deyince sadece yaş almaktan ziyade o yaşın getirileri ve gerekleri biraz korkutucu sanırım. ilk defa bu bayramda bu kadar çok insan ne zaman evleneceğimi sordu mesela. hep yirmi beş yaşında derdim ama seneye yirmi beş olacağımı fark ettim artık cevabı otuz yaş olarak güncelleme vakti gelmiş. ayrıca tüm bu insanlara doğru insanı bulmanın bu kadar kolay olduğunu düşündürten şey nedir hiç bilmiyorum. küçük prens’e de bir özür borçluyum sanırım, daha şimdiden bazı fil yutmuş boa yılanlarını şapka gibi görmeye başladığımı üzülerek fark etmekteyim. üzgünüm, büyümem ve ayak uydurmam gereken bir dünya vardı.

geçenlerde aklıma “durduğu yerde değersiz bir bütün olarak kalmaktansa parçalana parçalana gitmenin büyük doğruluğuna inanmak” sözü geldi. bu sözü ilk okuduğum ve bir kenara not ettiğim zamandan birkaç gün sonra kayıp düşmüştüm ve ayağım alçıya alınmıştı, muhtemelen bu sözün kastı fiziksel manada parçalanarak ilerlemek değildi ama olsun sonuçta hayatımda bir değişiklik olmuştu. bu aralar hep “ay yok ben yapamam ya” dediğim şeyleri denemeye çalışıyorum. hazır bu söz de aklıma gelmişken, aslında sonrasında olacakları da tahmin etmem gerekirken, kendi kendime el açması börek yapma kararı aldım ve o günü yeni hayatımın ilk günü ilan ettim. börek yapmak mıydı bu kadar ertelediğin yapamam dediğin şey diyebilirsiniz ama hamur yoğurmak ve yufka açmak kolay şeyler değildir. hani himym’de geçen bir replik vardı “saat gece ikiyi geçmişse yatıp uyuyun, çünkü saat ikiden sonra verdiğiniz kararlar yanlış kararlardır. iyi olan hiçbir şey gece ikiden sonra gerçekleşmez.” bu söz doğru mudur tartışılır ama tecrübelerimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki eğer öğleden sonra üçte uyandıysanız börek yapmaya karar vermek kesinlikle doğru bir karar değildir. paraşütle atlamaktan sonra en heves ettiğim ve cesaret gerektiren şey el açması börek yapmaktı. açtığım ya da açmaya çalıştığım yufkaların bir noktada yuvarlak olmaları gerekiyordu ama asla öyle bir şey yaşanmadı. annem iftara yetiştiremeyeceğim gerekçesiyle duruma el attı ve hamuru benim işkencemden kurtardı, evet anlayacağınız üzere ailemin yoğun desteğini hissettiğim bir deneyimdi bana bu denli güvenmeleri gözlerimi yaşarttı. ama en azından denedim ve bu benim için yeterliydi, marketlerde mis gibi hazır yufka satılıyor biz börek yapalım diye bundan sonra onlarla yoluma devam edeceğim. yaklaşık yarım sayfadır yapamadığım bir börekten söz edebiliyorken söz konusu ödev yazmak olunca doğru kelimeleri bir araya getiremiyor oluşuma ben de çok kırgınım.

özellikle ramazan’ın sonlarına doğru yapmaktan en keyif aldığım şey balkona çıkmasam bile en azından camımı açarak kuş seslerini dinleyip gökyüzünün gün doğarken aldığı o muhteşem rengi izlemekti. allah başka hiçbir şey yaratmamış olsa varlığının kanıtı olarak gökyüzü yeterdi bana sanırım, bayılıyorum göğe bakmaya. bayıldığım bir diğer şey de yatağa veya halıya uzanıp (tercihen kuş sesleri eşliğinde ama yoksa da kuşların canı sağ olsun) kitap okumaktır. ama bazı kitaplar böyle masalsı şekilde okunamıyor. kitabı masanın üzerine koymam, sandalyeye oturmam ve derin bir nefes almam gerekiyor. tabi oturduğum sandalye masanın yakınlarında olursa iyi olur, yoksa hiçbir zaman kitaba başlayamam değil mi? okuma işinin bu kadar ciddiyet gerektirmesinden hoşlanmıyorum sanırım, oldu olacak bir de takım elbise giyelim. roman okumayı o kadar çok özledim ki ara sıra kitaplığıma bakarak sizi seviyorum diyorum kitaplarıma, eğer mümkün olsaydı damardan biraz rus edebiyatı ya da ne bileyim biraz jane austen romanı almaya asla hayır demezdim. içinde bulunduğum durumu fazla dramatize etmiş olabilirim ama okuduğum kitapların yazarları sanki “roman yazamıyorum kurgu yapamıyorum o hâlde öyle kitaplar yazmalıyım ki kimse bir şey anlamasın üzerine konuşup dursunlar” düşüncesi ile yola çıkmış ve bu kitapları yazmışlar. hiçbir şey anlamıyor da değilim ama anladığım şeylerin doğru olup olmadığından emin olamıyorum, kitapların yazarları da şu an yaşıyor olsalar eminim beni bu hallere düşürdükleri için kahrolurlardı.

pandeminin başında sadece kedilere süt vermek için kapının önüne çıktığım zamanları özlüyorum galiba. bu yıl mı böyle oldu yoksa insanlar hep böyleydi de ben mi fark etmemiştim bilmiyorum ama bu kadar düşüncesiz ve kaba insanla aynı havayı soluduğumuza inanamıyorum. mesela insanların sokakta yürürken küfür etmekten asla çekinmiyor olmaları beni çok şaşırttı, bu yıla kadar o kadar da çok denk gelmemiştim sanki bu duruma. yere çöp atmak nefes almak gibi bir şey olmuş zaten, her sokağa adım atışımda yaşlı teyzeler gibi gençlik nereye gidiyor diye düşünüyorum hoş gerçi bu işin genci yaşlısı da kalmamış. insanların bu kadar sinirli, gergin ve kaba olduğu bir dünyada üzümlü kek yapmak istiyor muyum bilmiyorum. konu nereden geldi şimdi üzümlü keke derseniz o hep aklımın ve kalbimin bir köşesinde kendisine yer edinmiş vaziyette bekliyor. bir arkadaşım neden üzümlü kek tarifini vermiyorsun diye sormuştu, verirsem bana ihtiyacın kalmaz çünkü. şaka bir yana dümdüz üzümlü kek yapıyorum, eskiden şansıma güzel olurdu ama o kadar uzun süredir yapmıyorum ki eğer yaparsam ve kötü olursa üzülürüm, elimden sihirli bir gücüm alınmış gibi hissederim.

kan bağı güzeldir, kan bağının gücüne de inanırım. mesela bence bir insan bu dünyada en çok kardeşini sever. herhangi bir neden niçin aramaya da gerek yok, o senin kardeşindir ve seversin. ne yaparlarsa yapsınlar, ne olursa olsun her iki kardeşim de canımın içi, ciğerimin köşesi ve hayatımın en değerlileridirler. biliyorum kardeşlerim de beni çok sever, yani sevseler iyi olur durduk yere tatsızlık çıkmasın. anne babamı da severim mesela. tüm bu kişilerle aramdaki bağ benim isteğim dışında kurulmuş, yani bir noktada bana da sürpriz oldu ama iyi ki hayatımda anne baba ve kardeş kategorisini bu insanlar dolduruyor. bir şey yapmaya karar vermem zaten çok sancılı bir süreç oluyor, o kararı aldıktan sonra yanımda görmek istediğim ilk insanlar onlar. aksini de yapabilirler elbet kendilerince bazı haklı sebepleri olabilir ama öylesi kalbimi çok kırar o yüzden yapmasınlar. ben yine kendi bildiğimi yaparım ama yanı başımda bir destek hissetmek, özellikle ailemin desteğini hissetmek her zaman daha iyi hissettirir. bu sefer çok uzun yazdım gibi hissediyorum, bu yazıyı kendi öz ailem dahi okumazsa sanırım buna anlayış gösterebilirim, işte böyle de anlayışlı bir insanımdır. aramızda kan bağı olmayan ama çok güçlü bir bağla hayatımda yer edinen insanlar da var. hali hazırda yanı başımda olan, hayatımın ilk anlarından itibaren bağım olduğu değil de bir şekilde birbirimizi arayıp bulduğumuz insanlar ve benim çok kıymetliler. yıllardır hayatımda olan internetten tanıştığım, bir kere ya gördüğüm ya görmediğim insanların bile yeri bende çok ayrı. bir deniz havası almak için sahile indiklerinde akıllarına gelmem ve bana denizin fotoğrafını çekip atmaları, güzel şiirleri benimle paylaşmaları, uzakta da olsam hayatlarındaki değişimlere beni de dahil etmeleri ve sanki oradaymışım gibi her anlarına şahit olmam, avrupa yakası izleyince akıllarına gelmem, uzaklığın sadece mesafe ile alakalı olduğunu kalbin ve ruhun bundan etkilenmediğini göstermeleri çok kıymetli. lilo ve stitch’de geçen bir cümle vardı “ohana aile demektir, aile demek kimse arkada bırakılmaz ve unutulmaz demektir.” diye, bir aileymişiz gibi hissettirdiği için, yanında duygularımı açık edecek kadar rahat hissettiğim için, gördüğüm her güzel şeyde kendisinden bir parça bulabileceğim kadar güzel olduğu için meryem’e çok teşekkür ederim. boş dersin birisinde kendimden asla beklemediğim bir şekilde “bir çay mı içsek?” teklifimle yaklaşık altı yıl önce hayatıma giren, sürekli anlatacak bir şeyler bulmasına hayran olduğum, bu hayatta bana farklı pencereler sunan semra’ya yani 123zerdali’ye çok teşekkür ederim. belki aylarca konuşmasak bile kaldığımız yerden arkadaşlığımıza devam edeceğimize emin olduğum, hayatındaki heyecanlara beni de dahil eden, hastane bahçesinde de olsak benim “ne kadar güzelmiş” deyip nazar değdirdiğim kapanan mekanlarda da olsak eğlenebildiğim buse’ye çok teşekkür ederim. üniversiteye başladığım ilk hafta tanıştığım, ne kadar farklı olsak da kopmadığımız o dört kişiye çok teşekkür ederim, dört kişiden üçünün bu ay içerisinde diğerinin de önümüzdeki aylarda evlenecek olmasına ben de şaşkınım ama olsun. üniversite demişken, üniversite gibi girdiğim andan itibaren “ne zaman çıkacağım buradan?” diye düşündüğüm bir yerde bile bağ kurabiliyor insan. mesela melek hoca, ismiyle özdeşleşen insanlardan. son birkaç yıldır ne zaman kapısını çalsam, saati fark etmeksizin ne zaman mesaj atsam beni hep dinledi. insanın insana vakit ayırması çok kıymetlidir, hele saçmalıyor da olsam sabırla dinlemesi yol göstermesi daha da kıymetlidir. şiirleri severim, sevdiklerimle şiir paylaşmayı daha çok severim mesela eğer sevdiğim insanlara kahvaltı hazırladıysam tabaklarına şiir iliştirmeye bayılırım. odasının kapısına şiir yapıştırmayı isteyecek kadar çok kendisini sevdirdiği için, bıkmadan usanmadan yazılarımı okuduğu için, bu blog hâlâ varsa ve bir şeyler yazmaya devam ediyorsam kendisinin payı büyük olduğu için buradan da teşekkür etmiş olayım. işini iyi yapan insanlarla karşılaşmayı seviyorum, belki biraz cinsiyetçi bir söylem olacak ama işini iyi yapan kadınlarla karşılaşmayı daha çok seviyorum. onlarla herhangi bir şeye dahil olmak, bir arada olmak beni mutlu ediyor. hatta buradan bir abi, abla hassasiyeti ile yaklaşan ve çekinmeden kapısını çalabildiğim tüm hocalarıma da teşekkür etmiş olayım. şöyle bir düşününce sanırım bu kategoriye sokabileceğim iki kişi geldi aklıma ama olsun hiç olmayabilirdi de. bazı hocalar sadece hoca olarak görülmek istiyor, bir ağırlıkları olsun istiyorlar mesela. kendilerini değil hoca sokaktan geçen herhangi bir insan olarak bile görmediğimi belirtmiş olayım (işte akademik kariyerimi başlamadan sonlandıran o cümleler). henüz gençken ve üniversitenin hocalara soru sorabildiğimiz, cevaplar aradığımız, tartışmalar yaptığımız bir yer olduğunu zannederken bir keresinde hocanın birine dediğinin aksi bir şey söylemiştim bir fikir belirtmiştim. asistanları hocayı tanımıyorsun tanısan böyle konuşamazdın demişti, hoca da böyle bir şeye cüret etmeme şaşırmıştı ben ne hakla onun söylediğinin aksini söylerdim. sonrasında iki defa dersime girdi sanırım o hoca, ikisinden de kaldım. ne dersine gittim ne doğru düzgün sınavına çalıştım, mümkün olsa şimdi tekrar kalırdım dersinden. üniversiteye ilk başladığımda ne kadar hevesli olduğumu hatırlıyorum. neredeyse en ön sıraya oturup (en ön sıra da değil abartmayayım, üçüncü sıra diyelim hadi) hocalara bir şeyler sorardım, merak ederdim. hocalar soruları genelde manasız bulurdu çünkü ortada bir şey vardı, onu öğrenmem gerekiyordu ve bunu kurcalamaya çok da gerek yoktu. sonraları tüm üniversite hayatım boyunca en arka sırada oturdum ve hiçbir hocaya soru sormadım. mümkün olan en az çabayı harcayarak mezun oldum, belki çok bir şey öğrenmedim, belki başarılı bir öğrenci olmadım ama olsun. bunda benim suçum olduğu kadar hocanın etkisi de yadsınamaz ama pek de umurlarında olduğunu sanmıyorum hali hazırda yeterince kendilerini pohpohlayan öğrencilere sahiplerdi. sonuç olarak akademiye öyle bir günde küsmedik. ama mesela bazı hocalar vardı, mesela tefsir dersi diyelim çok da hevesle beklediğim bir ders değildi açıkçası, bir hoca vardı derse giren her derste içimden “konuş kurban olduğum” diyerek dersini dinlerdim. bir kere bile kapısını çalıp kendisiyle konuşmadım belki tanısa o da severdi beni ama keşke iletişim kursaydım diyorum şimdi. sanırım başka bir üniversiteye geçiş yapmış, eğer mail adresini bulabilirsem kendisine bu kadar iyi bir hoca olduğu için teşekkür etmek istiyorum, çünkü iyi hocaların bunu duymaya hakkı vardır.

bu aralar çok duygusalım diyeceğim ama sanırım tüm hayatımı duygusal bir insan olarak yaşıyorum. duygularımı dışa vurmaya daha yakınım ya da bunu daha iyi başarıyorum diyebilirim galiba. bu çok daha iyi hissettiriyor çünkü insanların onlara değer verdiğimi bilmesi ve daha da önemlisi bunu hissetmeleri benim için çok önemli. zaten sevgiyi yansıtmak kolaydır bence, belki bir gün öfkemi ve kırgınlığımı da karşı tarafa ifade etmek benim için daha kolay bir hale gelir. insanları zorla kollarından tutup “hadi benim için önemli bir yere sahip olacaksın çabuk” demiyorum, bu bir süreç gerektiriyor ve o insanlar biraz da kendi çabalarıyla hayatımda o konuma geliyorlar ve sonrasında benim için çok kıymetli olmaya devam ediyorlar. biraz daha yazmaya devam edersem sevgi seline dönüşeceğim ve bu kadar çok yazmaya gerek var mıydı bilmiyorum. muhtemelen yine yazdıklarımın tamamını paylaşmayacağım, bir kısmını sileceğim ama canım sağ olsun ne diyelim.

yazı sonu şarkısı: hümeyra- mevsimsiz çiçekler ya da teoman- bazı yalanlar

Yorumlar

  1. Ama insanları bu şekilde ağlatırsan buralar pasifik okyanusuna dönüşebilir :'( güzel yüreğinin içini bu denli açıkça ifade edebildiğin için, sonu kötü bitse bile o böreği yapmaya başlama cesaretini gösterdiğin için, her işinde daima kendin olduğun ve çok iyiye ulaşma yolunda çaba gösterdiğin için, bu kısacık hayatıma çiçekler derdiğin için, sırf sadece sen olduğun için teşekkür ederim, iyi ki varsın, iyi ki bunları yazıyorsun 💘💘💘

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. böyle güzel bakıp güzel gördüğün için ben teşekkür ederim ve sen de iyi ki varsın 🍒

      Sil
  2. Duygularını yazabilmek, bir terapi gibi. Okumayı ve yazmayı seven öğrencilerimizin olması, bizim için mutluluk vesilesi. Hele ki sevdiği şiirleri kapıma yapıştırarak renklendiren öğrencilerimin olması, ayrıca güzel. Gerçi uzun süredir yeni bir şiir yok, ama odadan çıkıp kapıda yeni notlar görmek değişik bir duygu 💐 Belki bir gün üzümlü kek ikram ettiğin tabağın kenarında şiir paylaşman da nasip olur, kim bilir... Ben de size teşekkür ediyorum teferruat ve kırlangıç. Kuşlar ve simit parçaları meselesi, kimin kime teşekkür edeceği belli değil 🥰

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ben yine de her şey için teşekkür ederim hocam, en kısa zamanda kapı önünde de olsa yeni şiirlerde buluşmak dileğiyle 🌞🤩💘

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

balığın batması ve yan gitmesi hakkında bazı mülahazalar

arkadaşın ne yapıyorsun dediğinde hiç öyle bildiğin gibi aynı şeyler evdeyim deme yarışına katıldın ama rakibin benim

“alo iyi günler ben potansiyelimi harcamak istiyordum da nereye başvurabilirim? evet evet tek çekim olacak hepsini harcamak istiyorum.”