senin kafanın içi/ yıldızlı karanlıklar kadar güzel, korkunç, kudretli ve iyidir/ yıldızlar ve senin kafan kâinatın en mükemmel şeyidir
yazdıklarımı
genelde tekrar okumam, bir yazıyı eğer paylaşacaksam yazım hatası yapmış mıyım
diye kontrol ederken bile şöyle bir göz ucuyla bakarım sadece. kendi zihnimden
çıkıp da el ele tutuşup cümleler oluşturan kelimelere pek de tahammülüm yok
sanırım. geçenlerde cesaretimi topladım bir bakayım ben neler yapmışım dedim,
bir kısmını tekrar okudum. ve şunu fark ettim ki mütemadiyen her şeyden şikayet
etmişim. hayatımdan, kararlarımdan, vazgeçişlerimden, üzümlü kekten bile
şikayetçi olmuşum. insan kekten şikayetçi olur mu? oluyormuş işte. hani keki
fırına koyup fırın kapağını kapattıktan sonra gözünüz tezgahın üzerinde size
dalga geçer gibi gülücükler atan paketi açılmamış dolayısıyla kekin içine
koymayı unuttuğunuz kabartma tozuna takılır ya, tüm memnuniyetsizliklerim bir
olup köşe başından kıs kıs gülüyor sanki bana. ve inanır mısınız bilmem şu an
memnuniyetsizliklerimden bile memnuniyetsizlik duyuyorum. her şeye olanca iyi
niyetimle yaklaşırken kendime karşı bu kadar tahammülsüz olmayı doğru
bulmuyorum, ama bu durum nasıl düzeltilir onu da hiç bilmiyorum. belki de bir
süre yaptığım her şeye karşı olumlu bir tutum sergilemem gerekiyordur. bardak
mı kırdım aferin bana ne de güzel bozdum takımı öyle (annemden bozduğum her
takım için özür diliyorum lakin nazar çıktı diyelim, zaten o fincan takımının
modası geçmişti diyelim, yenileri için yer açtık diyelim, ölümlü dünya diyelim
hatta demişken bir kere daha ölümlü dünya izleyelim), yaptığım yoğurt çorbası
mı kesildi aman da aman mis gibi olmuş (son yaptığım çorbanın kesildiği
noktasında getirilen eleştirileri kesin bir dille buradan da reddediyorum sorun
yoğurttaydı, herkesi anladım ama 123zerdali’nin bu konuda karşı tarafta yer
almasını doğru bulmuyorum çünkü daha önce de söylediğim gibi yoğurdun bazı
sorunları vardı), durduk yere yüksek lisansa mı başlamışım oh ne güzel yeni bir
şeyler öğreneceğim (daha önce gerçekten bu kadar büyük bir öğrenememe süreci
içinde olmuş muydum hatırlamıyorum ama neyse çok da hakkımı yemeyeyim en
azından artık neden borçlarımızı ödemek için para basmıyoruz ki seviyesinde
değilim), bu ay sadece iki kitap mı okumuşum bak ne güzel dünya üzerinde
okuyacağım güzel kitap rezervini tüketmekten daha uzağım (eğer bir kitap elimde
bir daha bir haftadan fazla sürünürse kendi kendime tatsızlık çıkaracağım, bu kadar sevdiğim bir işi bile sürüncemede
bırakıyorsam sevmediğim ama hayatın devamlılığı için yapmam gereken işleri
nasıl halledeceğim?). evet, her şeye pozitif baktığımızda hayat ne kadar da
güzel öyle değil mi, neyse yılın ilk kelebeğini göreyim hayatım ondan sonra çok
daha yolunda gidecek inanıyorum. artık aynaya bakıp “niye her şeyden
şikayetçisin, bir şey de içine sinsin, bir şey de seni memnun etsin yordun
beni” şeklinde kendimize kızmıyor bağırmıyoruz. tek ihtiyacımız yılın ilk
kelebeğini görmek.
okuduğum bir kitapta “iyi yaşam, gerçek olandır. iyi
günler ve kötü günlerle doludur, başarı ve başarısızlıkla. vadilerden
yükselirken zirvelerden görülen manzara büyüleyicidir. her olta atışta balık
yakalamak cennet değildir. bir milyar dolara sahip olmak sıkıcıdır. televizyonu
yasaklamak bizi kaliteli bir yaşama yaklaştırmaz -gerçekten dünyayı
dönüştürmez. yanlışın üzerini örter, siz de problemi çözdüğünüzü sanırsınız. bu
tehlikeli bir yanılgıdır.” diyordu. gerçek bir şeyler, dolu dolu bir şeyler
yaşamak istemenin bazı bedelleri var. her şeyin yolunda gitmeyeceğini
kabullenmek gerekiyor en başta. ama bir şeyler sürekli yanlış gidiyorsa belki
yanlış akıntıya karşı inatlaşan balıklarızdır. kendimizi öylece akıntıya
bırakmak bizi ölü balık yapmaz belki de her zaman, evin yolunu öyle
bulabiliriz. benim tekrar kayıp balık nemo izleme vaktim gelmiş sanırım.
nemo’nun hikayesini izleyen birisi nasıl balık avlayabilir bilmiyorum diyerek
buradan babama sesleneyim ve yazılarımı okuyor mu diye kontrol etmek için
neredeyse ramazan’ın ortasına geldik ne zaman sahurda tahinli pide yiyeceğiz
sorusunu yönelteyim kendisine.
“sevmek
başka bir güzellik ama sevilmek bambaşka bir güzellik” diye bir söz var, tam
olarak bu değil belki ama bu minvalde bir şeyler. evet sevmek çok güzel bir
his, sevginin varlığından emin olmak insanın içini kaplayan bir duygu. mesela
güllaç sevdiğimden kesinlikle eminim, içimde buna dair bir şüphe yok ve bu iyi
hissettiriyor. ama sevilmek de bir ihtiyaç. ne olursan ol, ne yaparsan yap
sevilmeye devam edileceğin hissi ile her gece gözlerini kapatmak bu denli büyük
bir lüks olmasa keşke, her insan bu duygu ile uyuyup uyansa. ihtiyacımız varken
bizden şefkat esirgeyenlerin o şefkati bir başkasına fazlasıyla
gösterilebildiğini görmesek. dümdüz öylece sevmek ve sevilmek bu kadar zor
olmasa. hep biz kek yapmasak da birisi de çıkıp “bak sana kek yaptım” dese.
insanlar el ele tutuşsa, hayat bayram olsa.
yazı sonu şarkısı: can
ozan-sıradan hayat
Her ne kadar çorbanın kesildiğini kabul etmemekte ısrar etsen de olsun biz seni kesilen çorbalarınla seviyoruz kardeşim. Ayrıca bu ne güzel bir kendini kabulleniş, kendimize tahammül sınırlarını artırmamız gerekiyor en kısa sürede zira bu şekilde olmaz, evin parkelerini yakan insanlar için bile "demek ki ne kadar zor durumda kalmışlar" diyebilen birinin kendine böyle acımasız olmasını doğru bulmuyorum. Bunlar kendinle senin aranızda halledebileceğiniz şeyler ama dışardan bir el istersen varlığımı daima yakınında hissetmeyi ihmal etme. Seni severim, daima 💘 (hayır blogunu ele geçirmeye çalışmıyorum sadece içimden geçenlerin bir kısmı bile fazlasıyla uzun olduğu için böyle)
YanıtlaSilçorba konusunda eleştiri kabul etmiyorum.. ben de seni severim ve lütfen herkes kendi blogunda yazsın bir hikaye sözün vardı o da unutulmadan kayıtlara geçsin............
SilBu sözleri alenen kayıtlara dökmek hoş değil, yazacağız inşallah bakalım nasip
Sil