arkadaşın ne yapıyorsun dediğinde hiç öyle bildiğin gibi aynı şeyler evdeyim deme yarışına katıldın ama rakibin benim
her
şey babamın eve yaşamadığımız bir yere ait bir imsakiye getirmesi ile başladı.
başka bir ilçeye ait olduğu için ezan vakitlerinde birkaç dakikalık bir sapma
oluyordu. anlayacağınız bu sene imsakiyesiz kaldık, yirmi altı yıllık ömrümde
bir ilkti. hadi duvar takvimlerinin hayatımızdan usulca kayboluşuna alışmıştık.
ama imsakiyenin de bir anda hayatımızdan çıkmasına hiç hazır değildim. her gün
iftar sonrası bulaşığı topladıktan sonra o günün üzerini fosforlu kalemle
çizmek, imsakiyeye şöyle bir uzaktan bakıp “ne çabuk geçti ramazan” demek,
sahur saatinin geriye iftar saatinin ileriye gidişini doğa üstü bir olaymış
gibi izlemek ve başından sonuna tuttuğumuz orucun süresinin ne kadar uzadığını
hesaplamak gibi rafine zevklerimin hiçbirisini yaşayamadım. evet bunların hepsi
bir imsakiyeye bağlıydı. imsakiyenin o çabasızlığını seviyordum. hani sağda
solda her zaman bir yerlerde olur, bir markette camide herhangi bir yerde
muhakkak dağıtılırdı. imsakiyeye ulaşmak için çabalamazdık yani, o gelip bizi
bulurdu. belki imsakiye de bu sene kişisel olarak gelişip kendi değerinin
farkına varmıştır ve bu kadar ulaşılır olmanın onun kıymetini azalttığını
öğrenip hayatımızdan biraz uzaklaşmak istemiştir. belki bizim kendisine ulaşma
çabamızın olup olmayacağını görmek istemiştir. bizim hiç öyle bir çabamız
olmadı mesela, telefondan televizyondan takip ettik iftar ve sahur saatini.
buzdolabının üzerindeki eksikliği hissedildi, orası ayrı. acaba bu sene
imsakiyeyi hangi magnet ile buzdolabına tutturacaktım? cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğimiz
sorular kaldı geriye.
bir
kağıt parçasına bu kadar anlam yüklemek yeter herhalde, ramazanın başka
güzellikleri de var. mesela sıcacık pide, sahur vakti yenilen tahinli çörekler,
izmir’den gelen lokma tatlısı, kalabalık iftarlar, erkeklerin yemek masasının
toparlanması bitmeden çay nerede kaldı soruları. bunların hepsi ramazanın bir
parçası. ya bir de bu ayın manevi bir yanı vardı hani, yiyip içmek üzerine
kurulu değildi hatta tam tersi yememek ve içmemek esastı gibi şeyler düşündüğünüzü
hisseder gibiyim. sorun bende mi yoksa nerede o eski ramazanlar mı bilmiyorum
ama büyük bir ramazan coşkum ve maneviyatım yok. bu nasıl sağlanır, nereye
başvurmamız gerekir, herkes evinden mi getiriyor ne oluyor bilmiyorum. tamam
daha farklı hissettiren bir havası var bu ayın ama işte yeni hayatımın ilk günü
gibi bir değişim rüzgarları da estirmiyor bende. bu biraz eksik ve yanlış
hissettiriyor ama bu konuyla ilgili konuşan birisine denk gelemediğim için
belki ramazanı sevdiği halde böyle hisseden varsa “iyi tamam çok normal bir şey
değil belki ama böyle hissedilebiliyormuş yalnız değilmişim” diye düşünebilir.
bu yıl sadece bir kere teravih namazına gittim. onda da aslında iftar
sonrasında lokma tatlısı almaya gidecektim, tatlı aldığım yerin bir dakika
yürüme mesafesinde de cami var. dedim hani o kadar da değil madem evden
çıkıyorsun namazını kıl tatlını öyle al bir yere kaçmıyor. teravih çıkışı bir
tatlı alayım gibi değil de, tatlı almaya çıkmışken namaz da kılayım gibi bir
durum oldu. işin maneviyatını geçtim, yirmi rekat namaz kılmaya alışık
olmayınca sonraki birkaç gün bacaklarım ağrıdı diye yakındım bir de. mesela
kur’an okurken de hatim yapmalıyım gibi bir girişimim olmadı hiç. genelde
rastgele bir sayfa açtım oradan biraz okuyup mealine geçtim. eğer böyle okursam
ihtiyacım olan bir cümlenin ya da ayetin oradan çıkıp bana iyi hissettireceğini
düşündüm. bunca düşüncesizliğe de bu aydan maneviyat beklemek bütün misyonu bu
aya yüklemek ne kadar doğru tartışılır tabi ama yine de iyi ki hayatımızdan
geçtin ramazan. o minik dokunuş, omzuma elinle pıt pıt vurup yanımdan geçip
gidiyor gibi hissettirişin bile epey tatlıydı. tatlı ekşi derken ben ramazan
diyince yemekten bahsetmeden bitiremeyeceğim herhalde. belki daha önce burada
da söylemişimdir çünkü her zaman söylerim, tarifin sonunda blenderdan
geçireceğimiz çorbalara bayılıyorum. çünkü soğanı nasıl doğradığınızın hiçbir
önemi yoktur. nasılsa blender çorbaya o pürüzsüz kıvamı verecektir. ama hayat
bir çorba olsa asla blenderdan geçirilmeli bir çorba olmazdı. hayatta soğanları
nasıl doğradığımız, hafif pembeleştirirken yakıp yakmadığımız çok önemli. tüm
bunları kamufle edebilecek bir blender yok çünkü. hatta hayat kesinlikle
terbiyeli bir çorba olurdu. hani böyle önce o yoğurtlu yumurtalı terbiyeye kepçeyle
ocakta kaynayan çorbadan döküp ılıştırmamız gereken, iyi ve hızlı
karıştırmazsak hemen kesilen bir çorba. hayat tam da bu özeni istiyor ve bu
önemi ondan esirgersek sonunda bize verdiği çorba kesilmiş oluyor. sonra sağa
sola yok aslında tarif böyle yani böyle gözükmesi gerekiyor, kesilmemiş ya
onlar çorbanın taneleri sanırım gibi asılsız açıklamalarda bulunmamıza sebep
oluyor. benim çorbam biraz kesildi galiba ama daha vakit de var gibi belki yeni
bir çorba yaparım belki elimde olanı kurtarabilirim ona akışa göre bir karar
vereceğim. ama ne olduğunu bilmesem de kesinlikle bir şey yapmam gerekiyor o
konuda hemfikiriz. hayatın bana getireceklerini kestiremesem de çorba
kestirmekte iyiyimdir belki bu da kendi içinde takdir edilebilecek bir
başarıdır. tamam hadi başarı diye romantize etmeyelim ama hiç de gülüp
eğlenmeyelim mi canım.
ramazanın başlangıcı ile marteniçka takılmaya başlanacak tarihler kesiştiği için ramazan ayına dilek dileyip bileğime bağladığım kırmızılı beyazlı ip bir bileklik ile giriş yaptım. leylek görürsem dileğim kabul olacak da sonrasında bilekliği gül ağacına bahar dalına bağlayacağım falan filan. manifest yapalım yok 777 diyen insanların arasında allah’tan istesenize diyen birisi gibiydim ama aslında diğer kişiler de bendim öte yandan.
geçen sene leylek görememiştim, konumumda bir değişiklik olmadığı için bu sene de göremedim. gerçi babam leylek gördüğü bir yerden beni görüntülü aramıştı ama o da işin içine hile karıştırmak gibi hissettirdi. zaten burada esas olan leyleğin bizi görmesi bence, bizim çabasızca ona kavuşabilmemiz. en fazla başımızı kaldırıp gökyüzüne falan bakarız işte, orada da leylek yoksa ne yapalım biz zaten istediğimizi allah’tan istiyoruz ama her şeye rağmen küçük şeylere anlam yüklemeyi ve minik işaretleri de seviyorum. işte yok görünmez bir kırmızı ip iki insan arasındaki bağı simgeliyormuş da kalpten kalbe bir yol varmış o yüzden bileğime kırmızı bir ip bağlıyormuşum falan filan. manevi bir kaos olarak da adlandırabiliriz. bu sene de marteniçkası kolunda kalanlar derneği üyeliğime devam ettiğimi gururla açıklamak isterim. yine geçen sene olduğu gibi önümüzdeki birkaç ay ısrarla takmaya devam edip yüzsüzlük yapacağımı da buradan duyurayım.
bu sene
ramazan ayının ruhuna aykırı olarak bir tüketim merakı vardı bende. hiçbir şey
üretmek istemedim. sizler “bir üretim içerisinde miydin ya biz ne kaçırdık?”
demeden hemen açıklayayım. mesela ders falan çalışıyordum, yarım kalan bir iki
makalem vardı onlar için bir şeyler yapıyordum. ama hiç dönüp de bakmadım
bunlara. sadece kitap okuduğum ve film izlediğim bir aydı. sadece bir şeyler
tüketmek istedim yani. böyle şeyler yapabiliyor muyuz ya bütün
sorumluluklarımızı bir kenara atıp canım bunu okumak istedi bana ne diyebiliyor
muymuşuz derseniz, aslında yetişkin olmak hiç böyle bir şey değil. böyle bir
karar alıp da bir iki gün değil de ay boyunca bunu uygulamak hiç yetişkin
hayatında yeri olmayan bir şey, bir kere artık bu hayatta sorumluluklarımı
tıkıştırıp da üzerine kapağı güç bela kapatıp bir daha arkamı dönüp
bakmayacağım bir dolap yok. ama varmış gibi yaptım. bu “mış gibi yapma”
cesareti nereden geliyor hayırdır senin hayatın akıp gitmiyor herhalde diye
kendime ben de sordum. bir ay boyunca üzgün hissedebilme hakkım olabileceği
gibi bir şeylere kendimi ikna ettim. kocaman bir sorumsuzluk, neresinden tutsam
elimde kalıyor ama yapmış bulundum. yalan yok iyi de geldi. hayatımdan geri
dönüşü olmayan bir ay böyle geldi geçti. belki bazen böyle olması gerekiyordur.
yarım bıraktığım şeyleri buradan toparlamak zor olacak belki ama bunları
düşünmüyorum. hadi iş yapma sorumluluğu almıyorsun bari düşünme sorumluluğunu
al di mi, düşünmüyorum değil de düşünemiyorum. gücüm yoktu yapmadım, hayatımın
gidişatı hakkında bir durup düşünemedim. bazı aylarda ağlamadan uyuduğunuz gece
sayısı daha azdır ve bu normaldir. yetersizlik hissi ile her zaman boğuşulmaz
bazen usulca yenilgiyi kabul edersin ve sonrası için güç toplarsın. bazen
kahvaltıda tostu yanında üç gün önce açılmış asidi kaçmış şişenin dibinde
kalmış kolayı içmek en büyük eğlencemiz olabilir, bu arada baya iyi bir ikili
oluyorlar denemenizi öneririm. sizleri sergi salonunun sonundaki çok mutsuz ve
umutsuz bir tabloya götürmeye başladım gibi hissettim ama öyle de değil
aslında. hâlâ canlı renklerle yapılmış, baktıkça mutlu olduğum detaylar içeren
bir hayat tablosu var elimde. sadece bir şeyleri halledemeyip oraya takılı
kalmak diyebilirim belki içinde bulunduğum duruma. neresinden tutacağını
bilememek, işin içinden çıkamamak o yüzden minik bir duraklama devri yaşamak.
herhalde hayat biraz da böyledir, ben de ilk defa yaşıyorum işte başka bir
hayatım yoktu. o yüzden ilk defa denediğimiz krema tarifinin kıvamını
tutturamamış olmak komple her şeyi çöpe atacağımız anlamına gelmiyor. bir
sonraki sefere nişastasını azaltıp belki altını kapattıktan sonra birkaç parça
beyaz çikolata eklemek iyi olabilir. ama bunu yapmak için öncesinde biraz
bırakalım da kremayı pişirdiğimiz tencere biraz içinde su dolu halde lavabonun
kenarında beklesin. böylece içini temizlemek çok daha kolay olacaktır.
2023 yılıydı galiba, ilk iş görüşmeme gittiğimde görüştüğüm kişi bana her gün bir sürü kişinin cv bıraktığını söylemişti ve “şu yukarıda yazanların pek önemi yok asıl referans kısmına bakıyorum” diye de eklemişti. ben oraya hali hazırda çalıştığım kurumun yöneticilerinden birisinin çalışma şeklimi sevip bence orası ile bir görüş ben sana referans olurum demesiyle gitmiştim mesela ama öyle olmaya da bilirdi. bizi tanıyan bilen insanların referans olması güzel ve yerinde bir şey evet ama bu çoğu zaman böyle olmuyor. “doğru kişilerle” bir şekilde bağlantıda olmak işimizi nasıl yaptığımızdan bağımsız bir şekilde bizi bir adım ileriye taşıyabiliyor ve bu hiç adil değil. mesela birisi benim iş ahlakımı hiç bilmeden babamın kızı olduğum için beni referans olarak gösterebilirsin diyor. yaptığım kurabiyeler dışında hiçbir konuda referans kabul edemem tanımadığım insanlardan ama kurabiyelerim de güzeldir hakkı verilsin. o zamandan beri cv’ye hiç referans eklemiyorum. ha bu durumun kimseye bir faydası olmuyor, özellikle yaklaşık bir buçuk yıldır iş aradığım düşünülürse ama yeterliliklerimden ziyade tanıdığım kişilerle ilgilenilmesi fikri beni çok rahatsız ediyor. yüksek lisans yaptığım dönemde x hocasının sürekli yanında olduğum çünkü bana kadro verebileceği gibi bir şeyler konuşulduğunu duymuştum arkamdan. hiç üniversitede kalayım gibi bir hedefim olmadı zaten ama olsaydı da zaten düzenli okuyan, iyi yazan, derslere ilgili bir öğrenciydim bunun için herhangi birisinin lütfetmesine ihtiyacım olmazdı. ama işleyişin sürekli böyle olduğunu düşünen o kadar çok insan var ki bir süre sonra zaten olay buna dönüyor. belli yakınlıklar kurmak pardon networkler oluşturmak sizi ileriye taşıyan en önemli etken oluyor. hiç “ben hakkımla bir yere gelip bu düzeni değiştirmek için bir şeyler yapabilirim” romantizmine de sahip olmadım bu konuda neden bilmiyorum halbuki romantizme de bayılırım. böyle karmaşık ilişkilerin içerisinde yer almak bana yorucu geliyor sanırım yani elbette herkese yorucu ama bu durumu yönetebilecek psikolojik güçlülüğüm yok. sadece o dünyada emeğiyle bir şeyler yapan insanlar görmeye bayılıyorum ve onların da ışıltısı ta uzaklardan belli oluyor zaten. haksızlık kavgasını hayatımızın her alanında güdüyoruz anlayacağınız; yaptığımız alışverişlerde, ödediğimiz hesapta, kalitesiz ürünlere biçilen pahada, okulda, işte hiç fark etmiyor. çok klasiktir ama daha iyi bir benzetme de bulamam bu konuda, insanlar gerçekten sadece iyi ve kötü olarak ikiye ayrılıyorlar. gece vicdanı rahat uyuyabilenler ve hiç vicdan kaygısı gütmeyenler. onun dışında da başka bir ayrıma pek inanmıyorum. kırıp dökmeden hakkımızı arayabildiğimiz ama bunu yaparken de karşımızda bizi anlayabilecek dinleyebilecek bir muhatap bulabildiğimiz günler temenni ediyorum. ramazan da ne çabuk geldi geçti, şimdiden iyi bayramlar.
Yazının sonunda beklenmedik itiraflar gördüm ve bu beni neden bilmiyorum mutlu etti. Temennilerine amin diyorum ve iyi bayramlar diliyorum 🌻😍
YanıtlaSildoktoraya başlamıyorum o konuda heveslenme... ahshshshsh 💖
SilLeylek görebileceğin ramazanlara, iyi bayramlar
YanıtlaSilinşallah, iyi bayramlar 🌟
Sil