bir şehrin uzak semtleri gibi gözlerin/ üzgün, kara, ayaklanmaya hazır/ ben yaralar kuşanıp katılırım onlara/ onlara katılırım yedek mermi ve şarkılar alarak/ seni alırım ve sonra her bir yanım çağıldar

gurur ve önyargıdan elizabeth, küçük kadınlardan jo, jane eyre’den jane bir masa etrafında toplandık bir konu hakkında konuşuyoruz. anna’yı da çağıracaktık lakin bildiğiniz üzere kendisini tren raylarına atmak suretiyle intihar etti. bu zaten başka bir yazının konusu.
bu seferki konumuz evlilik. ne hakla bu konu üzerinde yazma/ düşünme cüretinde bulunabildin derseniz, haklısınız. ben sadece okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, etrafımda başlayan, hali hazırda devam eden ve biten evlilikler etrafında oluşan düşüncelerimi aktaracağım. evlilik nedir ne değildir konularına hiç girmeyeceğim. çünkü bilmiyorum.

öncelikle evliliğe adımımızı atalım. adım dediysem öyle kapı eşiğinden bir adım atıp da soğuğu dışarıda bırakıp kapıyı ardından kapatmalı bir adım değil. önünüzde dik bir yokuş varmış gibi düşünebilirsiniz en basitinden. eğer temel basamakları sayacak olursak; kız isteme, söz, nişan, kına gecesi, nikah ve düğün.
kız istendi söz yüzüğü takıldı sıra nişanda. sosyal medyanın hayatımıza bu denli müdahil oluşundan evvel bunlar basit törenler, geleneklerdi. bu kadar büyütülmezdi. kişilerin birbirini daha iyi tanıması içindi. lakin çevremde yakın zamanda olup bitenleri incelediğimde tüm bunlar adet olmaktan çıkıp bu mekan bu çiçek fotoğrafta nasıl gözükür olayına dönüşmüş. güzel bir amaca hizmet edebilecek bu basit olay milyarların harcandığı bir şova dönüşmüş.
kına gecesi adlı basamağı herhangi bir mantığa oturtamadım tamamıyla gereksiz buluyorum ama bu tabi kişisel bir görüş. görünen o ki bu gelenek de ticarete dökülmüş, organizatörler tutulur olmuş. tabi yapana saygımız sonsuz, keşke hiçbir şekilde içinde bulunmak zorunda kalmasam.
yavaş yavaş işin düğün kısmına gelelim ve bu faslı sonlandıralım. son zamanlarda sosyal medyada çok sık gördüğüm bir paylaşım var ‘’makyajsız gelin olur. çalgısız düğün olur. bol gelinlik olur. sade ev olur. güzel ahlak ve kalbe şifa kitaplar çeyiz olur. ‘insanlar ne der?’ diye bir put vardır diyor ya ismet özel, eğer o putu baltayla yıkarsak her şey olur.’’ keşke sadece sosyal medyada kalmasa, pratikte de buna rastlasak. sadece bir kere yaşanacak düşüncesiyle yapılan bu harcamalar ne kadar mantıklı bilmiyorum.  sabahattin ali’den alıntı yapmasam eksik kalırdı bu konu, ne diyordu aliye’ye yazdığı mektupta ‘’ mesela şimdi oturma odamızda kadife kanepe takımı olmayacak da somyalı bir sedir ile dört iskemle ve bir masa bulunacak. yatak odamızda aynalı bir dolap yerine duvarda küçük yuvarlak ayna olacak. kristal takımımız olmayacak ama, herhalde iki misafire yetecek tabak çatal da bulunacak.’’

çok sevdik ve evlendik. peki ya sonrası? bir süre sonra evliliğin ses olsun diye açılan bir televizyon ve köşelerine çekilmiş iki insana dönüşüyor olması bana çok korkunç geliyor.  elbette herkesin bir kişisel alanı, kendisine ayırdığı boş bir vakti olmalı. ama iki kişi arasında artık konuşulacak şeylerin bitmiş olması ve bu boşluğu doldurmak için hiçbir çaba gösterilmiyor oluşu çok hüzünlü geliyor bana. nereden yazdığımı hatırlamadığım bir alıntıyı eklemek istiyorum ‘bazen karı kocalar sanki bozuk bir telefonla şehirler arası konuşuyor gibi. bazen de gezegenler arası bir sessizlik var. hangisi daha kötü bilmiyorum.’

boşanmak güzel bir şey değil. ama neden bu kadar kötü bir şeymiş gibi lanse ediliyor anlayamıyorum. bir insanın mutsuz olduğu bir evliliği sürdürmeye çalışmasından daha mı kötü? içinde bulunduğu ona mutsuzluk veren bir durum sadece kişiyi etkilemiyor. onun çevresindekilere olan davranışını, yaptığı işi de etkiler. ‘aşksız bir evliliği yaşamaktansa yalnızlığı yeğlemek’ çok mu kötü bir şey bilmiyorum. sanırım burada kişinin kendisine yetebiliyor oluşu, mutluluğunu yaşamını kişilere ve eşyaya bağlamıyor oluşu önemli.

her ne kadar ister istemez etkilensem de filmlerdeki dizilerdeki aşklara inanmıyorum. gerçek hayatta bir karşılığı olmadığını biliyorum.  ancak kitaplardaki aşkların doğruluğuna inanmaktan kendimi alamıyorum. nedense bana bir insanın bize kalbini ve ruhunu açması gibi geliyor kitaplar. ve tüm bunlar bizim hayal gücümüzle dünyaya bakışımızla somutlaşıyor. senin üzümden anladığınla benim üzümden anladığım çok farklı şeyler olabilir. zaten kelimelerin en güzel kısmı da bu; kişiye özel olmaları, her okuyanda farklı hisler uyandırıyor oluşu.

elizabeth gibi mr. darcy ile karşılaşamayacak olabilirim. jo gibi istediğim kitabı yazıp bir de üstüne üstlük kafamın uyuştuğu birisi ile rastlaşamayacak olabilirim. jane gibi dolu dolu sevmeyecek olabilirim. anna ile sonumuz benzemesin zaten ne diyelim. ben sadece iki insanın ancak konuşacak, üzerine tartışacak meseleleri olduğu müddetçe mutlu olabileceğine inanıyorum. ki zaten konuşup dinleyebileceğin insanı seversin de.

yazı sonu şarkısı: city of stars

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

balığın batması ve yan gitmesi hakkında bazı mülahazalar

arkadaşın ne yapıyorsun dediğinde hiç öyle bildiğin gibi aynı şeyler evdeyim deme yarışına katıldın ama rakibin benim

“alo iyi günler ben potansiyelimi harcamak istiyordum da nereye başvurabilirim? evet evet tek çekim olacak hepsini harcamak istiyorum.”