bu dümdüz bir iç dökme yazısıdır o yüzden bu yazının şiiri yok çünkü ben şiir yazamıyorum.
12 nisan 2020 sabah beşten merhaba. birçok kişide olduğu gibi benim için de uyku düzeni diye bir şey artık söz konusu değil. yaklaşık bir yıldır uykumu düzene sokmaya, erken kalkmaya alışmaya çalışıyordum. ama şu an tamamen boşverdim, sabah namazını kılıp güneşi doğurup alarm kurmadan yatıyorum, öğleden sonra artık ne zaman uyanırsam o zaman yataktan çıkıyorum. online eğitim süreci başladığından beri yani şu bir haftadır akşama kadar o dersleri dinliyorum, gece de bitirme tezim için okuma yapıp biraz bir şeyler yazmaya çalışıyorum, pek içime sinen bir tez olmuyor ama daha iyisini yapmak da inanın içimden gelmiyor. sonrasında ya bir film izliyorum ya da birkaç bölüm dizi izliyorum. gecenin üçünde hamur yoğurup sabah kahvaltıya bir şeyler pişirebiliyorum. biraz kitap okuyorum ama dikkat süremin üzücü bir şekilde azaldığını fark ettim. yavaş yavaş vize sınavı yerine geçecek olan ödevler verilmeye başlandı onlara bakınıyorum neler yapabilirim diye. böyle böyle sabahı edip uykum gelince uyuyorum.
evde olmayı seven ve her daim evde yapacak bir şeyleri olan birisi olarak söylemeliyim ki, çok bunaldım ve artık nefes almaya ihtiyacım var. sanırım beni en çok bu belirsizlik rahatsız ediyor. bir taraftan da şikayet etmeye hakkım olmadığının farkındayım, ailemin yanındayım hepimiz evdeyiz güvendeyiz. ama sanıyorum ki şikayet etmeye hakkım olmaması sıkılmayacağım anlamına gelmez. bu böyle yapacak hiçbir şeyim yok çok sıkılıyorum sıkılması değil, böyle sanki nefes alamıyormuşum gibi bir sıkılmak. bu bahar belki de güzel bir akşamüstü eve yürürken yol kenarındaki bir çiçeği koparıp eve götüremeyecek olmanın iç sıkılması.
sürekli evde olmak, yarın ne giyeceğini düşünmemek, bir kapısını bulup yaşadıklarımızdan çıkamamak, sevdiklerimizin evler arasından bir ev olmasına tahammül edemeyecek kadar evde olmak beni çok fazla iç dünyamla yakınlaştırdı. hâlihazırda memnun olmadığım seçimlerimi tekrar sorgulamama sebep oldu. yıllar sonraki kendime mahcup olmak istemiyorum, ona hesabını veremediğim şeyler yapmak istemiyorum. nasıl olabiliyor bilmiyorum ama neredeyse verdiğim her karar bir şekilde yanlış yola sapıyor. mesela sevdiğim bir kalemin kapağı kayboluyor, sevmediğim kalemin kapağını alıp ona takıyorum. ertesi gün bakıyorum meğer sevdiğim kalemin mürekkebi bitmiş, sevmediğim kalemin kapağı olmadığı için o da artık kurumuş. günün sonunda iki kalemden de olmuş oluyorum, elimde sıfır kalıyor. biraz uzaktan baktığımda hayatımın son yıllarını bu döngü içinde yaşıyor olduğumu görmek biraz ürkütücü olsa da henüz geleceğe dair umudumu yitirmedim. bugünümden çok memnun olmasam da dünümden daha iyi olduğunu görebilmek bana umut veriyor.
ben bu bloğu yalnızca anı biriktirmek için açtım, pek güzel yazı yazabildiğimi de düşünmüyorum ama çok şükür arka arkaya birkaç cümle sıralayabiliyorum. ben kendimi bildim bileli yazıyorum, çocukluğuma dair en belirgin hatırladığım şey yazar olmak istediğim. sanırım ne istediğimi en bildiğim ve haddimi en bilmediğim zaman o zamanlarmış. 2016 yılında yani ben on sekiz yaşındayken babam hediye ettiği bir kitabın başına “bir gün yurdumun en iyi yazarlarından birisi olacaksın. biliyorum. onun için bu satırları yazıyorum.” diye not düşmüş. annemin hediye ettiği bir kitabın başında da şu not var “ bu kitabı alırken yüzündeki sevinç görülmeye değerdi. hele o kitabı mı alsam bu kitabı mı alsam telaşın.. biriciğim yaşamın boyunca hep mutlu ol.” eskisi kadar okuyamadığım yazamadığım için kendime o kadar çok kızıyorum ki, yazdıklarımın kayda değer şeyler olmasına da gerek yok benim için. bu blog evimin yolunu kaybetmemek için geride bıraktığım ekmek kırıntıları. bundan beş yıl sonra dönüp bunları okuduğumda evet ya benim dışarıda insanlar arasında sürdüğüm hayattan başka bir hayatım daha vardı diyebileceğim. ben sadece kendimden daha fazla uzaklaşmamak için, kendim olabilmeyi kendime hatırlatmak için yazıyorum. 21 yaşında gencecik bir kızın (büyüdüğümü hâlâ kabullenemedim) kendi olabilme kendini bulabilme anılarını ileride okumak istiyorum. bir saat önce bilgisayarı açtığımda aklımda eksik bıraktığım birkaç yazıyı tamamlamak vardı ama bugün için geride bırakmak istediğim ekmek kırıntısı onlar değildi. sadece dümdüz yazmak, cümleleri aklıma geldiği ilk şekliyle kurmak ve sadece yazım hatalarını düzeltmek için geriye dönmek istiyordum.
işte böyle sevgili güllük, geriye bakıp boynumu ağrıtmanın, eskiden ne güzelmiş deyip gönlümü ağrıtmanın hiçbir faydası yok. ne kadar şanslıymışım ki eskiden güzel olan şeylere sahipmişim. ileride yine eskimiş günlerimi güzel bulmak için bugünümü güzel geçirmeliyim ki yarının dünü güzel bir ilkbahar sabahı olarak hatırımda kalsın.
yazı sonu şarkısı: sibly baier- i lost something in the hills
Yorumlar
Yorum Gönder