eski güneş kara güneş olmadan/ melankoli gelip ruha vurmadan/ altı ay bir güz sevip durmadan/ sevgilim gel şu temmuz’u azad edelim

az olduğu için ilk önce okuduklarım ile başlayayım.

kendine ait bir hayat/ marion milner

metis yayınlarından çıkmış 198 sayfalık bir kitap. önsözünden son sözüne kadar çok beğenerek okudum. hani keşke ben yazsaydım bu kitabı dediğimiz bazı kitaplar olur ya, bu da benim için onlardandı. birçok yerin altını çizdim, okuduktan sonra uzun uzun düşündüm. normal şartlarda muhtemelen bir haftada okuyacağım kitabı bitirmek iki haftamı aldı çünkü okurken düşünmeden edemiyorsunuz. “kendine ait bir hayat” kavramı benim için çok önemli, kitabı alma sebebim de ismiydi, iyi ki okumuşum. keşke yazarın ölümünün üzerinden 22 yıl geçmemiş olsaydı da tanışma fırsatımız olabilseydi. kitap yazarın kendisini neyin mutlu ettiği ile ilgili yaptığı araştırmaların sonucu, bunun için gerek tuttuğu günlüklerden gerek okuduklarından faydalanmış. istediği ve onu mutlu eden şeylerle ilgili günlük tutmaya başlıyor ve mutlu olduğu an sayısını arttırmaya çalışıyor. yani biraz kişisel bir kitap. sanırım ben böyle bir şey yazsam yayınlamaktan biraz çekinirdim. ama kendisine yayınladığı için çok teşekkür ediyorum. bölüm başlarının birçoğunda robinson crusoe’den alıntı yapması da ayrıca hoşuma gitti. küçük bir alıntı yapıp herkese okumasını önermek istiyorum lakin hangi kısmı yazacağıma karar vermek biraz zor. “insanlar ‘ne pahasına olursa olsun kendin ol’ diyorlar. ama insanın kendisinin ne olduğunu bilmesinin o kadar da kolay olmadığını anlamıştım. başka insanların istediği şeyleri istemek, sonra da bunun kendi tercihin olduğunu zannetmek çok daha kolaydı.”

hanımefendi/ ivo andriç

ketebe yayınlarından çıkmış 208 sayfalık bir kitap. ketebe’den okuduğum ilk kitaptı, kitabın dilinden midir çeviriden midir bilmiyorum çok akıcı gelmedi bana. iflas eden babasının ölüm döşeğinde ona verdiği ”tasarruf yap, elindekine sahip çık” minvalindeki öğüdü sonrası parayı her şeyin üzerine koyduğu bir hayat yaşıyor. yaklaşık iki sayfa boyunca yama yapmanın güzelliğinden bahsediyor, öyle ki hemen kitabı bırakıp bir şeyler yamalamak istiyorsunuz. “ ’benim yerimde kim olsa bunu atardı ama ben hiçbir şeyi atmıyorum. bende ziyan etmek de etrafa saçmak da yok’ hanımefendi dalgın bir halde, kendi kendine bunları söylüyor, üzerimizde ve çevremizde olan her şeye dişlerini geçiren, delen, parçalayan ve eriten o düşman kuvvetinin elinden kaçırıp kurtardığı terliğe aşkla bakıyordu. aslında o terlik artık güzel de görünmüyordu. yamulmuş ve daralmış, ayaktaki deriyi yaralıyor ve çiziyordu ama tüm bunlar bu zaferin ve tasarrufun verdiği memnuniyetin yanında neydi?” isminin aslında hanımefendi değil de cimri olması gereken bu kitabın sonu ilk sayfalardan söylenmiş, ilk önce hanımefendinin evinde kalp krizi sonucu öldüğünü yazıyor sonrasında hanımefendi anlatılıyor. kitabı zihninizde canlandırmak isterseniz yumruklarını sımsıkı sıkmış gri bir kadın düşünebilirsiniz. kitabı okurken sürekli içim daraldı ama inat ettim bitirdim. son elli sayfası çok daha akıcıydı. ayın geri kalan iki haftasında da bu kitabı okuyabildim ancak ama bu elbette kitabın suçu benimle hiçbir alakası yok.

görünen o ki bu ay az okumuş olmamın sebebi izlediklerimin fazla olması.

self made/ 2020/ dizi

dört bölümlük ve tek sezonluk bir netflix dizisi. bölümleri yaklaşık olarak bir saat. bu mini dizi gerçek bir hikayeyi anlatıyor, amerika’da kendi çabalarıyla bir iş kuran  ve milyoner olmuş olan madam c.j. walker’ın hikayesini izliyoruz. çamaşırcılık yaparak hayatını kazanan sarah walker’ın saçları dökülmeye başlıyor ve sarah kendisini çok çirkin umutsuz hissetmeye başlıyor. bu esnada karşısına annie malove çıkıyor ve kendi ürettiği bir karışımla walker’ın saçlarını tekrar güzelleştiriyor. madam, annie’ye bir iş teklifi sunuyor kremleri birlikte satalım diyor ama annie onunla alay ediyor teklifi kaba bir şekilde geri çeviriyor. bizim walker’ımız da elbette bunların altında kalmıyor kendi saç bakım kremlerini üretiyor ve annie’ye rakip oluyor ve hikaye böylece başlıyor. ayrıca kendi emeği ile servetine kavuştuğu için de guinness rekorlar kitabına adını yazdırıyor. günümüzde madam cj walker ürünleri hala satışta. dönem dizileri/filmleri izlemeyi sevdiğim için, bir kadının var olma çabasını izlemeyi sevdiğim için diziyi de beğendim. ama sarah walker’ın bu denli hırslı olması beni rahatsız etti. belki de bu hırsı onu milyonlara götürdü bilinmez ama bu kadarına gerek var mıydı bilemiyorum.

liberal arts/ 2012/ film

eğer how i met your mother izlediyseniz ve ted mosby bir film yazsa nasıl olurdu diye merak ediyorsanız bu tam öyle bir film. filmin her yerinde ted mosby duygusallığı var ki zaten başrolü de kendisi oynuyor.

eltilerin savaşı/2020/ film

epeydir türk yapımı bir şeyler izlemiyorum, hazır netflix’e de gelmiş şu filmi bir izleyeyim diye düşünerek izlediğim bir filmdi. birbirine zıt iki kadının elti olması ve birbirleri ile yarışması anlatılıyor. böyle bir “yarışmanın” gerçekten insanlar arasında yaşandığına inanmıyorum ama film ilk çıktığı zaman insanlar eltimle böyle şeyler yaşadık çok güldüm gibi yorumlar yapıyordu bu yüzden merak etmiştim ilk vizyona girdiği zaman gitsem mi acaba diye düşünmüştüm. biraz gülüp eğleneyim demiştim ama o kadar komik de değildi birkaç sahne hariç. son sahneleri biraz duygusaldı. sanırım 10 üzerinden 4 vereceğim.

kelebeğin rüyası/ 2013/ film

yıllardır izlenecekler listemde bekliyordu. yazan ve yöneten yılmaz erdoğan, edebiyat öğretmeni behçet necatigil ve onun iki öğrencisi rüştü onur ve muzaffer tayyip uslu’nun hikayesi anlatılıyor. filmin geçtiği mekanlar, oyuncular, diyaloglar her şey çok güzeldi. “aşk bahanesidir şiirin/ acı bahanesidir şiirin/ şiir bahanesidir hayatın” şeklinde filmin farklı farklı yerlerinde geçen bu cümleler çok güzeldi. film rüştü ve muzaffer’in aynı kızı beğenmesi ile başlıyor, ikisi de kıza şiir yazıyor, kız kimin şiirini beğenirse kazanan o olacak. filmin sonunda “bu film tüm kayıp şairlerin anısına adanmıştır.” yazıyor. keşke diğer şairler, yazarlar hakkında da filmler yapılsa da en azından bu vesile ile tanıyabilsek. filmi bitirdikten sonra derhal bir şairle arkadaş olmak istiyorsunuz. “sen çok güzelsin sebepsiz de gülebilirsin” alıntısını yapıyor ve filme 10 üzerinden 9 veriyorum.

frantz/ 2016/ film

film  1900’lü yıllarda geçiyor. nişanlısı frantz’ı savaşta kaybeden genç kadın anna mezarı ziyarete gittiğinde üzerinde çiçekler görür, bunları kimin bıraktığını merak eder ve başka bir gün mezarın başında o adamı görür; adrien rivoire. bu fransız adam frantz’ın arkadaşı olduğunu söyler ve hem anna ile hem de frantz’ın ailesi ile iletişim kurar. ilk başta fransız olması nedeniyle mesafeli olsalar da zamanla frantz’dan bahsettiği için bu fransızı çok severler. frantz’ın babası bir fransız ile konuştuğu için eleştirilir ve o da şöyle söyler “önce biz franszıların evlatlarını öldürdüğümüzde biralarımızı içtik, sonrasında fransızlar bizim evlatlarımızı öldürdüler ve onlar da şarap içerek kutladılar. biz oğullarının ölümlerine içen babalardık.” film genel itibariyle siyah beyaz ancak bazı sahnelerde renkli oluyor ve bu geçiş çok güzel yapılmış. anna yanlarından ayrılan adrien’in peşinden paris’e gelir, orada adrien’in bahsettiği frantz’ın beğendiğini söylediği monet’in le suicide tablosunu da görmeye gider. film beklenmedik şekilde ilerliyor, ben anna’nın verdiği kararları verebilir miydim onun kadar affedici olabilir miydim bilmiyorum. film le suicide tablosu önünde anna’nın bir adamla olan diyaloğu ile bitiyor “yabancı: bu tabloyu siz de mi seviyorsunuz? anna: evet, yaşama isteğimi arttırıyor.” sonrasında siyah beyaz sahne renkliye dönüşüyor ve son.  bu duygu yüklü filme 10 üzerinden 8 verebilirim

chuck / dizi/ 1 ve 2. sezonlar

chuck bartowski buy more isimli bir mağazada çalışan bilgisayarlarla ilgilenen bir çalışan, bir gün kendisinin stanford üniversitesinden atılmasına sebep olan bryce larkin’den bir mail alır, bryce ona içinde devlet sırlarının resimlerle kodlandığı bir dosya göndermiştir. devletin tüm bilgileri artık sadece chuck’ın beynindedir. kendisini koruması için iki tane ajan gönderilir ve chuck onlarla birlikte ülkeyi kötü insanlardan korur. aksiyon/dram/ komedi türünde olan bu dizi beş sezon sürmüş, bölümleri kırk dakika civarında. ilk sezon 13 bölümdü ikinci sezon 22, ama hiç sıkılmadan izleniyor. ilk sezonda bölüm sonları heyecanlı bir yerde bitmiyordu. (prison break izlerken sürekli sonraki bölümü merak ediyordum ama chuck’da genelde her bölümün kendi içinde bir hikayesi var.) ikinci sezonda bölümler yine en heyecanlı kısımda bitmiyordu ama sonraki bölümü merak ettiriyordu sanırım bu yüzden birkaç gün içinde ikinci sezonu da bitirdim. şimdilik konusu güzel ilerliyor, tekrara düşmüyor sıkmıyor, geri kalan üç sezonu da izlerim muhtemelen ve sevdiğim diziler içinde yer alır. umuyorum ki sonu scorpion gibi beni hayal kırıklığına uğratmaz ve bunca sezonu ben bunun için mi izlemiştim dedirtmez. üzerinden üç yıl geçmiş scorpion izleyeli ama hala o son sezona, final bölümüne bir miktar kırgınım.

ayrıca başroldeki zachary levi ile yollarımız daha önce the marvelous mrs. maisel dizisinde kesişmişti, orada da efendiliği ile kendisini sevdirmişti. halbuki onu daha önce alvin ve sincaplarda da görmüşüm ayrıca karmakarışık isimli animasyonda flynn'ı da o seslendiriyormuş.

yazı sonu şarkısı: birkan nasuhoğlu bazı şarkılarının akustik versiyonunu çıkarttı yakın zamanda, onların herhangi birisi bu yazının şarkısı olsun

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

balığın batması ve yan gitmesi hakkında bazı mülahazalar

arkadaşın ne yapıyorsun dediğinde hiç öyle bildiğin gibi aynı şeyler evdeyim deme yarışına katıldın ama rakibin benim

“alo iyi günler ben potansiyelimi harcamak istiyordum da nereye başvurabilirim? evet evet tek çekim olacak hepsini harcamak istiyorum.”