gözlerim uykuyla barıştı sanma/ sen gittin gideli dargın sayılır/ ben de bir zamanlar sevildim amma/ seninki düpedüz vurgun sayılır.
şiir büyülü bir şey benim için. yeri geliyor manav tezgahından, sobanın üzerindeki içinde kaynamaya heves eden su olan güğüm ve hemen kıyısındaki portakal kabuklarından, kışın geçmek nedir bilmeyen saatlerin yazın kuş olup havalanıp gitmesinden, buzdolabına çiğköfteci magneti ile iliştirilmiş güzel bir fotoğraftan çekip alıyorlar kelimeleri şairler. ve öyle ustalıkla bir araya getiriyorlar ki ortaya çıkan dizeler hayretle karışık bir hayranlık hissi uyandırıyor. “sözde senden kaçıyorum doludizgin atlarla” demiş şair, hepsi bilindik kelimeler. ama öyle güzel bir araya getirilmiş ki mesela otobüs beklerken öylece mırıldanabiliyorsunuz. içinizden bir nefes yükselir gibi dudaklarınızdan bir dize dökülüverebiliyor alakasız bir yerde. mesela şöyle bir elma dilimleyip yiyeyim diyorsunuz, elmayı yıkarken “sanki avuçlarımda sürekli/ yıkanmış, tabağa konmuş bir meyvanın ellenmişliği” dizeleri geçiyor aklınızdan. sonbaharda kuşlar göç ediyor “gömleğimi zorlayan kuş sesleri” diyorsunuz gökten bakışlarınızı indirirken. ne derseniz karşınızdakinin önyargılarını kıramayacağınızı anladığınızda “sana bir uygarlığı getirdim; anlamadın” diyorsunuz içinizden karşı tarafın konuşmasını bitirmesini bıkkın bir gülümseme ile beklerken. enfes gün batımını izlerken o renk cümbüşü sanki “sana bakmak bütün rastlantıları reddedip bir mucizeyi anlamaktır/ sana bakmak allah’a inanmaktır.” dizelerini kanlı canlı karşınıza getirmiş hissine kapılıyorsunuz. dalgalanan bayrağa gururla bakıp “korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak” diye haykırmak istiyorsunuz. dersini hevesle dinlediğiniz hocanın sınavda karşınıza kitaptaki bilgiyi istediği yüzeysel sorularla geldiğini gördüğünüzde içinizden “bence artık sen de herkes gibisin” diyerek adınızı soyadınızı yazıp kağıdı vererek çıkıyorsunuz sınav salonundan (bu olay gerçekten yaşandı ama sebebi sınava çalışmamış olmamdı, hoş ne dersi ne de hocanın ders anlatışını severdim, bunlar başka zamanın konusu. adımın soyadımın on puan ettiğini o gün öğrenmiştim mesela). iftara yakın güllacın karşısına geçip “terk etmedi sevdan beni/ aç kaldım susuz kaldım” dizelerini okursunuz sabırla karışık güllacı yiyeceğiniz anın mutluluğunu düşünerek. markette para üstü beklerken kusura bakmayın beş kuruşumuz kalmamış diyen kasiyere sorun değil derken içimizden cemal süreya vari bir “üstü kalsın” yükselir. herkes yaz tatilinin rehavetine kapılmışken sen bütünlemelerin olduğu için ders çalışıyorsundur ve görebileceğin bir yere “hatırlat da haziranın sonunda çocukluğumu yakalım” yazıp asarsın. öne eğilerek yaprak sarması sarmaktan ağrıyan boynunuzu ovuştururken içinde sarmaların bulunduğu tencereye dönüp “zannetme sana dargınım/ ben gene sana vurgunum” dersiniz uzaktan bir buse yollayarak. hasılı kelam, şiirler ve şairler iyi ki var. daha okunmamış ve bir yerlerde keşfedilmeyi bekleyen şiirlerin var olduğu duygusu sabah heyecanla yataktan kalkmam için yeterli olmasa da ara ara hayata karşı bir umut vermiyor da değil. uygun şiirini bulamadığım daha birçok durum var. mesela yaprak sarmasına dolma diyenlere ne denir bilmiyorum, hoş gerçi bu insanlar bir şiiri hak eder mi bundan bile emin değilim. önümüz ramazan, yaprak sarmasına dolma diyenler vakasında gözle görülür bir artış oluyor aman dikkat. emek emek sardığımız sarma ile içini kaşık kaşık doldurup domatesten de bir kapak uydurup pişirdiğimiz dolmanın karıştırılıyor olması insanlık suçu sayılmasa da benim nezdimde büyük bir ayıptır. lütfen insanların hassasiyetlerine saygı gösterelim.
bazen adeta damarlarınızdan dönem dizisi/ filmi aksın istiyorsunuz. böyle hissettiğim bir akşamda sürekli ertelediğim ama artık kesinkes izlemek istediğim filmler listesinden becoming jane’i seçtim. jane austen’ın hayatını anlatan bir film olduğu bir yerlerden kulağıma çalınmıştı ama bilsem ki bu film jane’e gurur ve önyargıyı yazdıran olaylar silsilesini konu ediniyor, izlemek için bir saniye bile düşünmezdim. filmin her anında ah nasıl daha önce izlemem pişmanlığını dolu dolu yaşadığım için hayıflandığım kısmı geçiyorum. jane ve tom’un mutlu sonu olmayan aşk hikayeleri gurur ve önyargı’ya taşınmış, darcy ve elizabeth mutlu sona kavuşmuştu. ama gerçek hayat her zaman yüzleri güldürmüyor. tom bir başkası ile evlenip kızına jane’in ismini veriyor, jane de hepimizin severek ve birçok defa okuduğu bir eserde mr. darcy olarak tom’u yaşatıyor. filmin de başını sonunu anlatmış oldum ama olsun, eğer izlerseniz en azından başta heveslenip sonunda benim gibi aa neden böyle oldu ki şimdi dememiş olursunuz. filmden “bazen sevgi, zamanla açan utangaç bir çiçektir.” alıntısını yapıyor ve veda ediyorum.
yazı sonu şarkısı: birkan nasuhoğlu- hani dersin ya tamam
yazı sonu şarkısı 2: yüksek sadakat- aşk durdukça
Şiirlerin hayata kattığı ahenk bu kadar mı güzel anlatılır arkadaş, helal olsun. Yazının tüm nahifliğini bu yorumla mahvettim ama olsun
YanıtlaSilyorumlarınız adeta bir ilkbahar sabahının o tatlı serin esintilerini taşıyor buralara 🐰
Sil