kulağımda çınlayan / yazmaya çalıştığım şiir sendin/ yalnız akşamlarda üstüme çöken/ düşlerken kaybolup gittiğim sendin / her bir gecede binlerce kere öldüren beni / yağmur yağarken yüzüme düşen sendin/ aynaya baktığımda gördüğüm/ gören gözlerim sendin / umudum da sendin, umutsuzluğum da / yalnızlığım da sendin, yalınsızlığım da sen
ikibinyirmiiki benim yılım olacak şeklinde afili bir giriş yapmış olduğum yeni yılın on dokuzuncu gününden selamlar. normalde sabah uyanmak için bir alarm kurardım ve alarm çalınca hemen kapatır, yatağımdan kalkardım. ama şu son günlerde ya alarmı kapattığımı bile hatırlamıyorum ya da alarmı usulca kapatıp beş dakika sonra kesin kalkarım iki saniye gözlerimi dinlendireyim diyerek tekrar uyuyorum ki tahmin edersiniz gözlerimi açtığımda aradan üç saat geçmiş oluyor. evet yeni yıla bomba gibi bir giriş yapamamış olabiliriz ama bu durum yarının yeni hayatımızın ilk günü olabileceği gerçeğini değiştirmez.
geçen yıl kendime bir hedef koymuştum, her ay en azından bir yazı yazacaktım bloğa, şöyle bir dönüp baktığımda hemen hemen gerçekleştirmişim bu hedefi. bu yıl için kendime bu konuda herhangi bir hedef koymak istemedim, sadece canım istediğinde ve yazacak bir şeyim olduğunda yazarım diye umuyorum ve geçtiğimiz yılın aralık ayının on yedisinde üçüncü yılımı da geride bırakmış olduğum bu sitede hâlâ nispeten düzenli bir şekilde bir şeyler paylaşıyor olduğuma inanamıyorum.
en büyük sorunlarımdan birisi olan sahip olduğum hayatla ne yapacağımı bilememe konusunda yavaş yavaş ilerleme kat ediyorum sanırım. ileride salondaki vazosunda canlı çiçeği, mutfağındaki cam fanusta kurabiyesi eksik olmayan o kadın olmak istiyorum. dışarıdan bakınca belki sakin görülen ama yaşarken dolu dolu “evet ben yaşıyorum” diyebileceğim bir hayat istiyorum. küçük, normal şartlarda asla hiçbir kekin yapışmadığı ama benim bir şekilde başarıp da kekleri kalıpla bütünleştirdiğim silikon kek kalıbının da yeterli olabildiği, yirmi sekiz santimlik kelepçeli büyük kek kalıbının özel günlerde pasta yapmak için dolaptan çıkarıldığı bir hayat. geceden sabah kalkıp yapacağım poğaça için oda sıcaklığına gelsin diye tereyağı çıkarttığım bir hayat. komşumun kapısını çalıp en güzel tabağımla, kırılırsa takım bozulur korkusu olmadan bir tabak portakallı kurabiye uzattığım bir hayat. kitaplığa sığmayan kitaplarımın evin muhtelif köşelerinde sağda solda olduğu, ama hiç tozlanmadıkları bir hayat. üniversitede bir hocam ‘sende tam sırt çantasını alıp yurtdışına gidecek bir tip var’ demişti işte öyle bir hayat, türkiye sınırları içerisindeki bir noktada kabulümdür elbette. yarım bıraktığım işlerin ortalığa saçılmadığı, bunu yapıyorum çünkü bunu yapmak istiyorum diyebildiğim kendimden emin olduğum bir hayat. kitap, film, dizi ve anime karakterlerinin gerçekte var olmadığını gerçekten kabullenebildiğim bir hayat, bunun pek de acelesi yok henüz altmış yaşına gelmedim. dünyanın en mühim şeyiymiş gibi bir kilo seramik hamuru sipariş edip sadece korkunç gözüken bardak altlıkları ve sürekli her yeri kırılıp dökülen kurbağa yapmadığım bir hayat, ama buna bir tecrübe gözüyle bakıp belki de seramik hamurundan bir şeyler yapma yeteneğimiz yoktur şeklinde de düşünebiliriz. insanların beni tanımış olmak ve olmamak arasında bir fark görebildiği, insanların hayatlarına dokunup fark katabildiğim bir hayat. yan masadan bir sandalye çekip asıl masadaki sohbete kıyısından köşesinden katılmaya çalıştığım değil de asıl konuşanın ben olduğum bir hayat. sevdiklerimle bir arada olduğum, bir masanın etrafında toplandığımız hafif esintili bir yaz akşamüstünde şarkı mırıldanarak içine nane de doğramış olduğum, ki nane detayı burada çok önemli, yaz salatası yaptığım bir hayat. kendim olabildiğim, sevdiğim işi istediğim şekilde olduğum gibi olarak yapabildiğim bir hayat. kargaşadan, kaostan, keşmekeşten, keşkeden uzak hiç yememiş olsam da sütlü tatlı olduğu için muhtemelen seveceğimi düşündüğüm ve keşke ile kısmen kafiyeli diyebileceğimiz keşküle yakın bir hayat. ‘evet hayat zor, ama senin için biraz kolaylaştırmak istedim’ diyerek tarçınlı çörek yapanların olduğu bir hayat. güzel bir şiir okuduğumda, bir kitabın güzel satırlarıyla rastlaştığımda içimi büyük bir coşkunun kapladığı bir hayat. sahip olduğum ve gördüğüm güzellikleri sevdiklerimle paylaşabildiğim, ve güzelliklerini benimle paylaşmak isteyenlerin beni de dahil ettikleri bir hayat. hafif aralık kalmış olan ve usulca esen rüzgarın havalandırdığı perdesinden gün ışığının sızdığı bir hayat. özellikle bu sıralar mümkünse iki bin kelime yazılsın denilen ödevlerde bin sekiz yüz kelimenin de kabul edilebildiği bir hayat. yaşamakla başa çıktığım bir hayat. ismet özel’in ‘yaşamak umurumdadır’ dediği gibi bir hayat. hayat işte.
bu ay sonunda ne okudum ne izledim temalı bir yazı yazmak istemediğime karar verdiğim için okumakta olduğum kitaptan da bahsedebilirim sanırım. şule gürbüz coşkuyla ölmek kitabında şöyle bir şey yazmış “dünya, üzerinde sürülen bir hayat ya da bu sürülmüş olanın izinden gitme serencamıydı. gidilen yol ve sürülmüş yer ne kadar belli ise talibi o kadar çok, ama gerçek talibi ve tozutulup bozulmuş izi bulup yeni iz meydana getirebilecek olan da o kadar azdı, bilinen yol bilinen yere çıkarmıyordu. bilinen yola girmek aslında herhangi bir yolu ve keşfi önemsememekti. bilinen yol, yola bile çıkmamak, evde oturmaktı.” öncelikle şunu belirtmeliyim ki, bir insanın böyle cümleler kurabilmesi ve benim denk gelip de onu okuyabiliyor olmam kesinlikle içimi coşkuyla dolduran bir his. bayılıyorum hayran hayran tekrar okuduğum satırlarla karşılaşmaya. evden çıktığımızda, bilinmeyen yolu tercih edip eve dönüş yolumuzu uzattığımızda belki çakıllı yürümesi zor yollara denk geliyoruz. ama belki de hiç tercih etmediğimiz ve sıradanlığın büyüsüne kapılarak görmezden geldiğimiz o bilinmeyenlerin olduğu sokakta harika ayçöreği yapan bir pastane vardır. bu arada oldukça başarısız bir ayçöreği yapma maceram da vardır, bir kitapta içinde ayçöreği geçen bir hikaye okumuştum, ben bu çöreği yapar ve kitaptaki kadar mutlu hissederim demiştim, olmadı. demek ki kitapta olduğu gibi bir pastaneye gidip yemek gerekiyor. henüz o ayçöreği ile yolumuz kesişmedi. hem metaforik olarak hem de gerçek manada ay çöreğine ulaşmak istiyorsak sanırım bazı çetrefilli yollara çıkmaya aday olmamız gerekiyor. ayçöreği için değer mi, evet değer. belki yolun sonu ayçöreğine çıkmıyordur ama başarısız olunan yollardan geri dönüp her zamanki yoldan eve ulaştığımızda evde üzümlü bir kekin bizi bekliyor olduğunu bilmek cesaret veren, insana yenilgisini unutturan bir şey. bu üzümlü kek bazen bizi çok seven şefkatle sarıp sarmalayan birisi olabileceği gibi bazen de gerçekten üzümlü bir kek olabilir.
yazı sonu şarkısı: tom
odell- can’t pretend ve tucinella- hey arasında gidip geliyorum günlerdir
Dünya’ya baktığın yer ne kadar güzel, ne kadar özel..🍀
YanıtlaSilteşekkür ediyorum hocam 🌻
Sil