içimizde dönen yıldızlara bakıp sessizce/ düşlerin kışını ciğerimize dolduruyoruz/ hep yarıda kalan dostluklar sürdürüyoruz/ çekiciliğini kararsızlıktan alır sonlu varlığımız/ uzayda acının sonsuz titreşimlerini yayan/ bir yıldızdır kahkahamız
geçtiğimiz
pazar günü annem pazardan alınan sütleri kaynatma görevini bana verdi. tahmin
edilebileceği üzere daha önce hiç başından sonuna kadar herhangi bir süt
kaynatma merasiminde yalnız ve tek sorumlu olarak bulunmamıştım. üstelik bu
zorlu görevde bir değil iki tencere süte göz kulak olmam gerekiyordu. sütler
kaynamaya başlayıncaya kadar her şey şahane ilerledi. bence kaşıkla karıştırmak
da mantıklıydı ama kepçeyle sütü havalandırarak karıştırmak gerekiyormuş. sütler
en sonunda havalana havalana bir hâl oldu ve tepemize çıktılar, neyse ki ufak
tefek birkaç damla sütün tencereden ocağa doğru gerçekleştirdiği intihar
girişimiyle bu süreci de başarıyla tamamladım. ütü yapmak, ev süpürmek, dibine
bir şey yapışmış tencereyi telle sürtmek suretiyle temizlemek (bu blogda süt
reçeli yapmaya çalışma felaketimden bahsettim mi hatırlamıyorum ama o tencereyi
yıkamaya çalışacağıma komple çöpe atsam hatta evi kapatıp gitsek her şey daha
kolay olurdu. bir de yaprak sarması pişirmeye çalışıp alttan son iki sırasını
ve doğal olarak tencerenin dibini yaktığım bir anım var ki ona fırtınam
felaketim hasretim demek istiyorum), toz almak haricinde sevmediğim bir diğer
ev işi de ocak silmektir. ödüm koptu sütlerden birisini kontrol altında tutmaya
çalışırken bir diğeri taşacak da ocağı silmemek için anneme bir bahane bulmam
gerekecek diye. mümkün olan en az hasarla tamamladım bu işi de, daha önce hiç
denemedim ama muhtemelen paraşütle atlamak da aynı anda iki tencere sütü
pişirmeye çalışmakla eşdeğer bir heyecana sahiptir. daha sonrasında süt, yoğurt
yapma büyüsü için kullanılacak olan mayayla buluştu ama işin o kısmı beni aşan
bir profesyonellik gerektiriyordu ve bir gün için bana o kadar heyecan
yeterliydi o yüzden kalan kısmını anneme devrettim. ki zaten annelerin elleri
her zaman büyülüdür.
evde ders çalışmamak için türlü
türlü bahaneler bulmaya başladığımı fark ettiğim ve bir hafta içinde elli
üçüncü kez yeni hayatımın ilk günü diye bir başlangıç yaptığım için artık
sabahları kütüphaneye gitme kararı aldım. hiç yoktan dört beş saat çalışmış
oluyorum bu şekilde, zaten bu kadarı bana yeter de artar. bu kalkınma planımın
ikinci günündeyim henüz ama olsun. şimdi de kütüphaneden çıktım en sevdiğim
kafeye geldim, sıcak bir çay içip bir şeyler yazmak istedim. bir anda oturup
yazdığım değil de küçük küçük anılarımın bir araya geldiği, parça parça farklı
günlerde yazdığım yazıları daha çok seviyorum sanırım. okurken belki biraz
kopuk oluyor ama olsun. biraz yalnız vakit geçirmeyi de özlediğimi fark ettim.
tek başıma kütüphaneye gitmek, tek başıma yürümek, tek başıma bir kafede
oturmak. tüm bunları arkadaşlarımla yapmak da güzel ama insan bazen tek başına
kalmayı da özlüyor. tek başınalık demişken artık tek başıma kan vermeyi de
öğrendim mesela. evet artık her insanın yapabildiği gibi tek başıma hastaneye
gidip bayılmadan kan verip güzelce evime gelebiliyorum. 2022 yılına ve 24
yaşıma sığdırdığım gurur duyduğum başarılarımdan birisi de budur.
yaklaşık bir aydır yüksek lisans
tezime dair yaptığım tek şey derslere giderken kurabiye yapıp götürmekti.
niyeyse içimde durdurulamaz bir kurabiye pişirme isteği var, sevdiğim herkese
kurabiye yapmak istiyorum. sevdiğim herkesi kurabiye yapıp onları bir kavanozda
saklamak da güzel olurdu ama o tabi çok mümkün değil. iki yıldır yılbaşına
yaklaşırken zencefilli kurabiyeden ev yaptıkları videoları izleyip yapmak için
hevesleniyorum ama sonucun ne kadar korkunç olacağını düşünüp bir türlü cesaret
edemiyorum. o yıl bu yıl değil ama bir yılbaşında muhakkak yapacağım onu da.
geleceğe dair planlarımın bu denli büyük ve dolu dolu olması beni de etkiledi
şimdi bir düşününce. neyse yüksek lisans diyordum, bu konuda bir durup düşünmem
ve kendime neden yüksek lisans yapmaya başladığımı hatırlatmam gerekti. tüm
amacım işsiz güçsüz bir insan oluşuma toplum nezdinde kabul görecek bir kılıf
bulmaktı. şaka. bir şeyler okumayı, yazmayı öğreneyim ve süreçten keyif alayım
düşüncesiyle çıkmıştım bu yola. ve öyle de güzel bir konu seçtim ki şimdiden
tezimin teşekkür kısmını yazmak için heyecanlıyım. tabi öncesinde tez
savunmasında ne giyeceğimi seçmem de gerekiyor ama neyse bunlar işin halledilir
kısımları. artık günde sekiz kere değil haftada bir kere falan motivasyonum
düşüyor ama o kadarı da artık olur, insanlık hali. gün içinde iyi miyim diye
kontrol ediyorum bazen ve iyiyim iyi maşallah baya iyiyim diyerek yola devam
ediyorum.
muzu dilimleyip üzerine süzme bal
gezdirip bolca da tarçın atıp yemenin kahvaltı yerine geçebileceği yanılgısıyla
dolu günler geçiriyorum bazen ama her seferinde fark ediyorum ki ben ekmekle
kahvaltı insanıyım. akşamdan anneme çaydanlığın üstüne “kahvaltıya pişi yapmak
istersen hayır demeyiz”, “bugün krep yapmak için harika bir gün” yazılı notlar
yapıştırmak, cumartesi günleri babamın sabah pazardan gelirken aldığı tahinli
olduğu iddia edilen ama içinde tahini pek de hissedemediğim ama öyle diyorlarsa
da öyledir diye düşündüğüm çöreği hevesle beklemek ve işim olsa uyanmamın
mümkün olmadığı saatlerde kalkıp kahvaltıya poğaça yapmak insanıyım ben. ballı
reçelli tereyağlı ve sevdiğim insanlarla donatılmış bir kahvaltı sofrası her
şeyi olmasa da sorunların %98’ini halleder. 2 puanı da bisküvili pasta yaparken
bir kakaolu bir sade bisküvi koymuştum geçen gün, kimse de yerken wow demedi
oradan kırdım, kırılan kalbimin bedelini kim ödeyecek bilmiyorum. bir de derse
geç kalmış olmamdan dolayı -dersin başlamasına yirmi dakika kala uyanmak derse
geç kalmak mıdır daha büyük bir ayıp mıdır bilmiyorum- kahvaltı yapmadan evden
çıktığım için fırından tazecik simit alan arkadaşlarımız varsa eğer hayat
kesinlikle daha katlanabilir bir yer oluyor. trafikte düzgün araba
kullanmayanları görünce zaman zaman “trafik akan bir şeydir” diyerek yükseldiği
için kendisine yapabileceğim en büyük iyilik trafikte karşısına çıkmamam
olacaktır diye düşünüyorum. ama ben zaten sabahları onun kullandığı arabanın
sağ koltuğunda yer almaktan ve daha konuşacaklarımız bitmeden onunlayken yolun
hemen bitiveriyor olmasından, radyoda bir türlü güzel şarkıya denk gelemiyor
olmaktan çok memnunum. bu aralar bunu sonra tekrar bir konuşalım dediklerimiz
sayısında artış gözlemliyorum, bunun da en kısa sürede giderilmesinin
kendisinden buradan da talep ediyorum.
gülse birsel bir programa katılmış
onu izledim az önce youtube’da. takip etmekten çok keyif aldığım, yaptığı
işleri izlemeyi çok sevdiğim birisi. toplumda bir kutuplaşma olduğundan ve
bunun rahatsız edici olduğundan bahsediyordu, ama o da benim gibi umudunu
yitirmemiş tüm bunların geçici olduğunu ve birbirinin yaşantısına saygı duyan
insanlar olabileceğimize inanıyor. bir insan nasıl bir yaşam tarzı benimsemiş
olursa olsun, ister içki içsin ister peçe taksın isterse de inanmasın bir durup
da konuşabileceği, günaydınlaşabileceği, iyi günler temennisinde bulunabileceği
bir ortak payda illa ki bulunur. artık değil farklı fikirlerde insanların
merhabalaşması, aynı düşünceleri paylaştığın insanlarla aynı şeyleri farklı
kelimelerle ifade ediyor olmak bile bir kavga sebebi olabiliyor. avrupa
yakası’nın bu kadar tutmasının sebebini iyi hissettiriyor olmasına bağlıyor, bence
haklı da. içinde kaos, kavga, dövüş barındırmıyor, küçük çatışmalar var ve bu
insanı yormuyor izlerken, en azından ben izlerken keyif alıyorum ama konumuz
avrupa yakası değil. yakın arkadaşlarıma, yakın çevreme bakıyorum ve birçok
kriterim vardır belki arkadaş seçerken ama en çok dikkat ettiğim şey o kişi
etrafımdayken ne hissettiğim. arkadaşımla konuşurken peşi sıra huzur mu geliyor
yoksa kaos, o ne demiş, bu ne yapmış, şu ne kadar başarısızmış, onlar ne kadar
çirkinmiş gibi kötü enerjilerle ruhumu mu sömürüyor? eğer arkadaşımız osmanlıca
tavuk türleri ile ilgili bir kitap çevirmek istiyorsa onu desteklemeli ve komik
tavuk isimleriyle hep birlikte dalga geçebilmeliyiz bence -evet böyle şeyler
yapan bir arkadaşım var ve yeni çeviri konusunu merakla bekliyorum-. insanların
birbirine karşı takındığı onu da yapmayıver, ondan da eksik kal ya da kim
yapmış ki sen yapacaksın gibi tavırlarını çok yorucu buluyorum ve mümkünse öyle
kişilerle sokakta aynı kaldırım taşına bile basmış olmayalım. sosyal medyayı
kullanmayı çok sevmiyor oluşumda ya da bunun ruh halimi etkilediğini düşünmem
de sanırım çok fazla olumsuz düşünceye maruz kalıyor oluşumuzun etkisi var.
farkında olmadan gün içinde çok fazla negatif haber bulutu birikmeye başlıyor
tepemizde. dünya şahane bir yer değil biliyorum, olan bitene gözlerimizi ve
kalplerimizi tamamen kapatmak da hiç doğru değil. ama en azından sürekli
birbirini eleştiren insanlardan, en ufak şeyde sinirlenenlerden, yere çöp
atanlardan ve yerlere tükürenlerden, bir türlü kıvam almayan pudinglerden -bir
markanın muzlu pudingine bu konuda çok kırgınım, evde bir paket var ne zaman
denk gelsem sinirleniyorum ve hayır ben ufak şeylere sinirlenen birisi
değilimdir- uzakta daha sakin, daha merhamet dolu bir hayat kurmak da bir
ölçüde mümkün olmalı. gülmek eğlenmek demişken, yılbaşı yaklaştı ve ben o yıl
başı ruhunu, etrafın ışıl ışıl oluşunu, yılbaşı temalı filmlerde gördüğümüz
ailenin ve arkadaşlarının güzel bir yemek masasında buluşması ve birbirlerine
hediyeler veriyor olmalarını seviyorum açıkçası. bence üzücü olan şey bizim
bayramlarımızın çoğu zaman bu neşeden mahrum olması. burada sonuç yine insanlar
arasındaki ilişkiye, ilişkisizliğe, iletişimsizliğe çıkıyor. bir çocuk için
bayram hevesle beklediği bir gün olmalı, kargaşa ve kaosun hakim olduğu,
insanların telaştan her zaman olduklarının iki katı sinirli olduğu günler
olmamalı. sonuç olarak herkes derin bir nefes alsın, sakin olsun ve bir de evde
kimse sağda solda bardak bırakmasın. tam mutfağı topluyorum işim bitiyor bir
bakıyorum saksının yanında masada bir bardak var. eğer benim odamda birden
fazla bardak varsa onların orada durması gerekiyordur o ayrı, onu
karıştırmayın.
geçenlerde 123zerdali ile birlikte
tütsü almaya gitmiştik. aslında internetten alacaktık ama sonra dedik ki ne
kokacağı nasıl olacağı belli değil. dükkanda seçerken çok iyi seçimler
yaptığımızı düşünmüştüm aslında ama en nihayetinde bir karton kutuya hapsolmuş
tütsüleri kapağını şöyle aralayıp koklamaya çalışıyorsunuz. eve gelip baktıktan
sonra görmeden koklamadan alsak daha mı iyiydi acaba diye şöyle bir düşündük,
ama fena değiller diyelim. bu arada üç hafta kadar önce iki üç çeşit tütsüyü
bir arada koyduğum için karıştığından bahsetmiştim, şimdi altı yedi tane tütsü
bir arada ve ben ne yaktığımı asla bilmiyorum. hayat da böyle anlarla dolu,
kapıdan adımımızı attıktan sonra bizi ne karşılayacak hiç bilemiyoruz. her
zaman yediğimiz içtiğimiz bir şey bile gün geliyor çok farklı
hissettirebiliyor. daha önce çok def dinlemişimdir ama bugün -ya da siz okurken
dün- canım melek hocamın çaldığı defi dinlerken -ay inşallah çaldığı şeyin adı
deftir eğer değilse de lütfen müzikal anlamda yaşadığım derin başarısızlıklar
silsilesine versin bu cahilliğimi- güzel şeyler yapmalıyım hissi doldu içime.
bana böyle alakalı alakasız güzel şeyler yapmalıyım hissi gelir zaten. evet
gitar ve bağlama çalmayı öğrenememiş olabilirim, evet hat ve tezhip kursuna
gidip bu tarz şeylere el yatkınlığım olmadığını görmüş olabilirim, evet
pandemide evde olduğumuz süreçte seramik hamuru ve boyalar alıp da bir heves
başladığım arkadaşlarıma minik hediyelikler yapayım girişimim tatsızlıklarla
sonuçlanmış olabilir çünkü seramik hamuruna şekil vermek zordur, evet gittiğim
okçuluk kursunda karşı tarafa attığım ok bir şekilde bana geri gelmiş olabilir
ama tüm bunlar güzel şeyler yapmama engel değil. daha denemediğim ve başarısız
olacağım gülerek hatırlayacağım birçok şey var ve belki birkaç işte de başarılı
olabilirim, öyle bir ihtimal de her zaman için mevcut. melek hocayı orada
konuşma yaparken, def çalarken görüyor olmak beni gururlandırdı ve onun adına
da çok mutlu ve iyi hissettim. melek hocayı görmek için, onunla sohbet etmek
için üniversitede okuduğum zamanlarda ders aralarında -mezun olalı iki yıl oldu
bile artık bir şey anlatırken söze üniversitedeyken diye giriş yapıyoruz zaman
korkunç bir hızda akıp gidiyor- arızalı olduğu için kullanılmayan boş bir
tuvalete girip de “benim burada ne işim var imdat” diyerek ağladığım fakülteye
gelmek bile keyifli. kadınların güzel şeyler yaptığını görmek, böyle fırsatlar
elde edebilmeleri beni çok mutlu ediyor. mesela dün afganistan’da kadınlara
üniversite eğitiminin yasaklandığına dair bir haber okudum. akrabalarım bazen
bana erkekler kapatılsın ltd şti kurucu başkanıymışım gibi davranıyor ama
okuduklarım, gördüklerim, duyduklarım, insanların kadına ve evliliğe bakış
açıları beni çok huzursuz ediyor. evliliğin günün sonunda karşılıklı
konuşabileceğin bir şeylerin de olduğu, ev işlerinin paylaşılabildiği, huzur ve
güven temelli bir müessese olduğunu düşünmek yanlış gelmiyor bana. bugün
okuduğum bir konferans metninde kadınların hakları konusunda peygamberimizin
oluşturduğu toplumdan neredeyse cahiliyeyi aratan bir topluma dönüştüğümüzden
bahsediyordu. kadının dininin ve aklının eksik olduğunu iddia eden, kadının
eşine itaatini neredeyse allah’a itaat etmekle eş değer tutan bir din anlayışı
gerek kuran-ı kerim’in gerek peygamberimizin çizmiş olduğu profile çok da
uymuyor sanki. neyse bu konudaki heves ve heyecanımı bir gün bitireceğime
inandığım canım tezime saklayayım. en büyük destekçilerim olan annem ve
123zerdali’den çok uzun yazmışsın sanki ikiye bölüp mü paylaşsan uyarısı
aldığım halde daha da uzattım ama sonuna kadar okuyabileceklerine inancım tam.
yazı
sonu şarkısı: melike şahin- tutuşmuş beraber
Sütler bu dünya için fazla iyi. Sütler ölmesin...
YanıtlaSilKesinlikle sonuna kadar su gibi akan bir yazı, 4 sayfa deyince uzun geliyor ama mevzu bahis senin yazın bunu es geçmişiz galiba, tütsülerinin karışmasında düzgün bağlayamadığım lastikler rol almış olabilir ama bence lastiklerde sorun vardı yine de üzgünüm, olsun böyle de ne çıkacağı sürpriz oluyor o da güzel, yazdıklarının içimde daima bir karşılığı olmasını seviyorum, en çok da seninle bunları yüz yüze konuşabiliyor olmayı elbette, bu hafta çektiğin fotoğraflarımı da düşününce kesinlikle "uzayda acının sonsuz titreşimlerini yayan/ bir yıldızdır kahkahamız" <3
YanıtlaSilsaol cnm
SilCanım Sümeyye, sadece bizi dinlemeye gelmiş olmanız da beni çoook mutlu etti, özel hissettim kendimi. Bizim de bir şeyler hissettirmiş olmamız ne güzel. "Yeni şeyler söyleyebilmiş olmak"
YanıtlaSilYazının uzunluğunu hissetmedim bile, sakin ve huzurlu ses tonuyla Sümeyye konuşuyormuş gibi hissettim. Bu kürsüleri size bırakacağız, sizleri dinleyeceğiz zamanı gelince, hem de gurur duyarak.
Sevdiğimiz insanlarla geçirdiğimiz huzurlu her an, bayram günü gibi. Katılıyorum bu güzel ve özel günlerle ilgili fikirlerine. Sizleri ve kapıma yapıştırdığınız şiirleri görünce öyle bir mutluluk oluyor içimde. Teşekkür ediyorum size...
daha nice şiirlerde, anılarda buluşuruz hocam inşallah, ben de çok teşekkür ederim her şey için 🐥🧡
Sil💐🌸🥰
SilSonuna geldiğimde sanki çok sevdiğim birine veda ediyormuş gibi hissettirdi yine yazı. Melek hocamın dediği gibi sakin ve huzurlu bir ses tonuyla Sümeyye konuşuyor sanki :’) Seni ve kurabiyelerini çok özledim.
YanıtlaSilben de seni ve sizlere kurabiye yapıyor olmayı çok özledim 🥺💖
Sil