sana büyük caddelerin birinde rastlasam/ elimi uzatsam tutsam götürsem/ gözlerine baksam gözlerine konuşmasak/ anlasan/ elimi uzatsam tutamasam/ olanca sevgimi yalnızlığımı/ düşünsem hayır düşünmesem/ senin hiç haberin olmasa/ senin hiç haberin olmaz ki/ başlar biter kendi kendine o türkü


uzunca bir süre hiçbir şey yapmak istemedim. yine başka uzunca bir süre kimseyle konuşmak da istemedim. konuşmaktan kastım iletişim kurmak değil; kendimi anlatmak ve bunu hiç yapmak istemedim. tüm bu süreçte içimde bu kadar çok öfkenin ve nefretin barınabiliyor olmasına şaşırdım ve bu beni biraz tedirgin etti. bir noktada normal hayata dönmem gerekiyordu, biraz zaman aldı çokça çabaladım ama bir şeyleri tekrar ucundan kıyısından tutmayı başardım sanırım.

the office’de üçüncü sezon yirmi üçüncü bölümde bir sahne vardı. kamp için gittikleri bir yerde pam ateşin üzerinde yürüyordu ve bunu yapabilmiş olmak ona cesaret veriyordu, sonra içinde kalan söyleyemediği şeyleri söylüyordu herkese, cesurca bir adım atıyordu. ben herhangi bir ateşin üzerinde yürümedim, içimden geçen her şeyi de sahiplerine iletmedim, ne oldu da böyle hissettim bilmiyorum ama sanki bu ana benzer bir şey yaşadım ve sonrasında bir şeyler daha farklı olmaya başladı. mesela ders çalışmaya bakış açımı değiştirdim. tüm bu yaptığım şeyleri, harcadığım çabayı sınav için değil de hayatımda bir aşama kat etmek için yaptığım düşüncesi oluştu kafamda ve bu birçok şeyi kolaylaştırdı. yaşla mı ilgili bilmiyorum ama artık masa başına geçip de bilmem kaçıncı osmanlı padişahının icraatlarını öğrenmeye çalışmak bir noktadan sonra çok zor gelmeye başlıyor ve tüm bunları bir sınav için yapıyor olma fikri de hiçbir şekilde motive edici gelmiyor bana. ama yapmak istediğim şeyler de o sınavda başarılı olmaktan geçiyor. galiba bu yıl uzun süre sonra düşündüğüm gibi salak olmadığımı fark ettim. sebeplerine girmeyecek olmakla beraber üniversitede okurken ve belki birkaç yıl öncesinde de kendimi hep salak hissediyordum ama hem dersler konusunda hem de hayat konusunda öyle olmadığımı fark etmek bile iyi hissettirdi. sonuç olarak, salak olmadığımı fark ettikten sonrası biraz daha kolay ilerledi. hayatımda aşama kat etmek istememin bir diğer sebebi de insanların beni dikkate almadığını fark etmemdi. bir fikrimin olması bir anlam ifade etmiyordu mesela çünkü ben kimdim ki? kimse bir şey söylemedi, imada bulunmadı ama ben kendim için böyle hissetmeye başladım. yirmili yaşlarımı yarılamıştım, hâlâ ailemle yaşıyordum, bir gelirim yoktu, bir çabam yoktu. böyle birisi olmak bana kötü hissettirdi, olmak istediğim profilden fazlasıyla uzaktım. bir daha geri gelmeyecek zamanlarımı boşa harcıyordum, böyle hissediyor olmam tüm bunların kötü olduğu anlamına gelmiyor sadece bana iyi hissettirmiyor hepsi bu. patlıcanları soyduktan sonra tuzlu suyun içinde bekletiriz hani, ama patlıcanlar sürekli suyun üzerinde durur. bu patlıcanlara ne olacak sanki batıversen suyun içinde dursan, tuzlu sana iyi gelecek yaralarını saracak demek istiyorum ama faydası olmuyor. bu aralar inatla suyun üzerinde duran patlıcanlar gibiyim kimse de beni suyun içine gireyim diye ittirmiyor öylece kaldım orada bir yerde.

epeydir ertelediğim şeyler vardı. ve artık ertelemek istemediğime karar verdim. mesela en azından iki yıldır dişçiye gitmeyi erteliyordum. geçmişi eskilere dayanan ve oldukça haklı sebeplerimin olduğu küçük bir dişçi fobim vardı. birkaç yıl önce kan vermek benim için çok büyük bir olaydı. benim için kırılma noktası ameliyat olmuş babaannemi ziyarete gittiğimiz bir akşam, hani böyle bir hastane kokusu olur ya kan almadan önce kolumuzu sildikleri pamuğa döktükleri alkolün kokusu gibi bir koku, o kokuyu almamla beraber kendimi kötü hissetmeye başlamıştım. en son annemin yanına gidip başım dönüyor galiba dediğimi hatırlıyorum, sonra kendime geldiğimde yerde uzanmış yatıyordum. baktım bu böyle olmayacak, her kan vermem gerektiğinde bunu seremoniye dönüştürüyordum, eğer o gün kan verdiysem komple günü bitirmiş kabul ediyordum ve başka hiçbir şey yapmıyordum. böyle yaşanmaz diyerek her ay ya da iki ayda bir kan değerlerimi ölçtürmeye başladım. tabi ilk başlarda çok randevu iptal ettirdiğim, kan alma odasının önünde kendimi hazır hissedinceye kadar dakikalarca beklediğim oldu ama sonunda başardım. artık kan verdiğim zaman ve hatta kan görünce bayılmıyorum. kan bağışlamayı da çok istemiştim ama orada kilo engeline takıldım, 50 kilonun altında olanlar kan veremiyormuş onu da bir gün belki başarırım. kan değerlerimi kontrol ettirmek her anlamda parlak bir fikir miydi bilemiyorum, durduk yere şekerimin düşük olduğunu öğrendim ama olsun en azından daha da ilerlemeden daha yolun başındayken öğrenmiş oldum. evet artık kan vermeyi öğrendiğime göre ikinci aşamaya geçebilirdim: dişçiye gitmek. randevu alırken bile nefes darlığı yaşamaya başlamıştım ama şaşırtıcı şekilde vazgeçmedim o randevuya gittim hatta doktorun odasına bile girdim. ama doktor o gün herhangi bir işlem yapmadı ve iki hafta sonrasına iki dişime kanal tedavisi yapmak için gün verdi. “dişçiye gitmeyi ertelerseniz kendinizi dolgu yapılması yeterli olacak dişinize kanal tedavisi yapılması gerçeği ile yüzleşirken bulabilirsiniz yani ertelemeyin” adlı kamu spotundan sonra doktora ben bir daha cesaretimi toplayamam imdat diyemediğim için iki hafta sonra görüşürüz diyerek odadan ayrıldım. masamda her gün gördüğüm takvimde iki hafta sonrasını işaretledim ama her gördüğümde muhakkak küçük bir “ay yok gidemeyecek gibiyim” hissiyle boğuşmak zorunda kaldım. randevu günü dualar ve içsel motivasyon konuşmaları eşliğinde doktorun odasına girdim koltuğa oturdum sonrasında doktor dişimi uyuşturmak için iğneyi eline aldı, “başlamadan önce bir şey sorabilir miyim?” diyerek alakasız birkaç soru sorarak vakit kazanmaya çalıştım ve umutsuzca doktor belki vazgeçer diye bekledim. ne kadar çaresiz ve komik bir halde olduğumu anlamışsınızdır. doktor en son ağzını kocaman aç dedi hemencik yapıverdi iğneyi. bu noktada kendisine biraz kırgınım, en azından hazır mısın çiçeğim kendini iyi hissediyor musun balım diye sorabilirdi, evet sırada bekleyen diğer insanlar olabilir ama ben de canımın derdindeyim sonuçta. bu kadar abartmadan sonra en korktuğum aşamayı atlattım ve hiç de kendimi yiyip bitirdiğim mahvolduğum kadar büyük ve dramatik acılar beni beklemiyormuş. iğneden sonra ayağa kalkınca küçük bir sarsılma ve bayılayazma yaşadım ama doktorum sağ olsun tuttu beni sağ salim atlattım. zaten iğne hemen etkisini göstermeye başlıyor ve beynimin bile uyuştuğuna eminim. dişime işlem yaparken de hemen yan taraftaki ve nedense arada duvar bulunmayan odada küçük bir çocuğa dolgu yapıldığı için dirayetli olmak zorundaydım. hayır belki insanlar işlem esnasında hiçbir şey hissetmiyor olsa da ağlamak isteyebilir. ama kendimi tebrik ediyorum bunların hiçbirisini yapmadım, küçük kıza da buradan teşekkür etmiş olayım çok şükür o da olay çıkarmadı ve sakin sakin odadan ayrıldık. hatta nasıl gaza geldiysem gittim bir de iki hafta sonrası için tekrar randevu aldım yeni çürümeye başlayan dişim için.

bu zorlu dişçi fobisini de atlattıktan sonra sırada çok daha zoru vardı: haşlanmış yumurta fobisi…. artık sabahları sağlıklı besleniyorum kararı alarak ne zaman buzdolabının kapağını açıp yumurta çıkarıp haşlayacak olsam ay yok hayır ben yapamayacağım diyerek yumurtayı geri koyuyordum. aslında gayet normal bir tadı varmış ve kesinlikle ısırmıyor yani güvenilir, onca yıl boşuna aramıza mesafe koymuşum ama yine de çok samimi olmaya da gerek yok haftada bir iki görüşsek yeterli olacaktır. böyle böyle her ay tek bir şeyi halletsem bile epey aşama kat etmiş olurum sanki yıl sonuna kadar, bakalım onu da zaman gösterecek.

ramazan başladı ve bitiyor bile neredeyse. annemle her ramazan başında bir anlaşma yaparız, sahur bulaşıklarını ben toplarım iftar bulaşıklarını annem. birkaç gün içerisinde ikisini de bir şekilde ben yapıyor olurum. ama bu ramazan bir ilki yaşadık ve ilk günden itibaren her iki bulaşığı da ben yıkıyor oldum. annem lezzetli yemeklerinden yapmaya devam etsin de ben gerekirse günde beş kere mutfak toparlarım ama umarım öyle bir gereklilik olmaz çünkü ocağı ıslak mendille silme fikrime annem pek sıcak bakmadı ben hâlâ makul bir fikir olduğunu düşünüyorum. sahuru hazırlarken kalkar kalkmaz ilk yaptığım iş çayı bile koymadan önce tereyağını buzdolabından çıkarmaktır. oda sıcaklığına gelmemiş, ekmeğe sürerken zorluk çıkaran tereyağına ve ilişkilerde net olmayan ne istediği ne dediği belli olmayan insanlara hiç tahammülüm yok. ve bu ramazan bir kez daha emin oldum ki güllaç kesinlikle anne tatlısıdır. bazı şeyler var ve bunları sadece anneler yapınca güzel olurmuş gibi hissediyorum; güllaç, yaprak sarması ve aşure gibi. yapsam ben de yaparım herhalde ama anneminki gibi olmaz. ki bir keresinde ne cesaret bilmiyorum ama yaprak sarması yapma girişimim olmuştu ve tarifte yazan tencereyi eğince su gelmiyorsa pişmiştir ifadesinin kurbanı olmuştum. tencereyi her eğişimde su gözükmeye devam ediyordu ve bir noktadan sonra o suyun rengi iyice koyulaşınca ve o noktada sarmanın tadına bakmayı akıl edince piştiğini fark edip altını kapatmıştım. ama alttan birkaç sırası yanmıştı ve sarma yapma girişimim sarma yakma şekline sonuçlanmıştı, neyse daha önce hiç yanmış sarma görmemiştim bana da bir değişiklik olmuştu. ramazan diyordum konu nereden nereye geldi. sahurda dağı taşı, dağa küsen tavşanı, tavşanın havuçlarını yedikten sonra aaa sünnettir diyerek bir de hurma yemeli, iftarda ezanın okunmasına bir dakika kala masada beklerken o sessizlikte gülmemi tutmaya çalışmalı günlerle geride bıraktık çoğunu. her ne kadar zaman zaman biraz maneviyat eksikliği hissediyor olsam da bu içimize dolan ramazan geldi heyecanını seviyorum, umarım hep böyle devam eder. ve umarım önümüzdeki ramazan usulcacık tatlı tatlı esen bir rüzgar eşliğinde sahilde denize karşı bir iftar yapmak da nasip olur.

hani yemeğe gelen misafir tabağını mutfağa getirdikten sonra tabakta kalanları çöpe sıyırıp tabağı lavabonun içine bırakırken bizi görünce çatalıyla işaret ederek “ayy bak pilavın şu kısmına hiç dokunmadım gerçekten” der ya, şimdi o pilavı tencereye geri boşaltsan gönül razı değil çöpe atsan karşıdakine çok mu ayıp olur düşünceleri içinde gelgitler yaşarken “eheheh sen tabağını bırakıver şöyle tezgaha ben hallederim” demek. hayat bazen böyle anlar içeriyor. yani bu olay bir hisse dönüşse nasıl adlandırılırdı bilmiyorum ama zaman zaman çok alakasız anlarda tabağındaki pilavına hiç dokunmamış misafir ve o pilavla ne yapacağını bilmeyen ev sahibi ikilemi hissini yaşadığıma eminim. hani menemen yerken hep elimiz tavanın bize uzak noktasına gider ya, halbuki önümüzde de vardır ama karşı taraftan almak daha kolaydır ya da komşunun menemeni bize sucuklu yumurta gözükür bilmiyorum, ki zaten ben menemen yemiyorum. hayatta bazı anlar önümden değil de kolumu uzatıp tavanın diğer ucundan ekmekle menemen sıyırıyormuşum hissi uyandırıyor ve bu olayın vermiş olduğu his nasıl adlandırılırdı bunu da bilmiyorum, menemenin tadını da bilmiyorum çünkü yumurta ve domatesin bir arada olmasını doğru bulmuyorum. bu noktada şöyle bir durup düşündüğümde uzun süredir yazmadığım için mi yazdıklarım bana saçma gelmeye başladı yoksa hep mi böyle saçma şeyler yazıyordum da ben fark etmiyordum şeklinde bir şey belirdi zihnimde ama sanırım yine de yazmaya devam edeceğim. her neyse ne diyordum ben sürekli konuyu dağıtıyorum, hayatımızda var olan her hissi anlamlandıramıyoruz ama bir yerlerde bir şekilde var oluyor o hisler.

bugün çok sevdiğim birisinin doğum günü. hayatımın yaklaşık olarak son yedi yılını kendisiyle paylaşabildiğim için çok müteşekkirim kendisine. boşlukta süzülüyorum ve ne yapacağımı bilmiyorum hissinde beni yalnız bırakmayarak kendi boşluğundayken de olsa elimi tutup destek olduğun ve beni anladığın için teşekkür ederim. beni arabayla aldığın günlerle radyoda hiçbir zaman güzel şarkı çalmayan anları denk getirebildiğin için teşekkür ederim. bizi çepeçevre saran ve büyümek iki artı iki eşittir dörttür şeklinde yaşayan insan güruhu arasında “hey bir dakika bazen büyümek sancılı bir süreçtir” pankartını benimle tuttuğun için teşekkür ederim. “sana yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağmurlu bir coğrafyada yaşadığımızı söyleyecekler/ gerçek olan senin mevsimindir oysa.” dizelerinde de söylendiği gibi, hayatın tüm gerçekliğiyle karşımıza dikildiği zamanlarda senin o güzel mevsiminle gerçekliği bambaşka bir şeye çevirmeni seviyorum, öylece var oluyorsun ve dünya daha güzel bir yer oluyor, bunun için teşekkür ederim. gördüğün güzellikleri benimle paylaştığın için ve güzel bir şey gelince aklıma hemen seninle paylaşıverme hissi dolduğu için teşekkür ederim. konuşmalarımızın “nerede o eski ramazanlar” şeklinde sonuçlanacağı kadar yaşlanmış olduğumuz gerçeğini birlikte idrak ettiğimiz için teşekkürler. büyüyoruz ve kaygılarımız, sorumluluklarımız değişiyor. bazen başka sokaklardan yürümemiz gerekiyor bazen aynı yolu farklı şekillerde kat etmemiz gerekiyor ama ben her zaman yolda seninle olduğumu ve yalnız olmadığımı hissediyorum. iyi ki varsın, iyi ki doğdun. seni severim, hep.

yazı sonu şarkısı: sezen aksu- küçüğüm. her cümlesini dolu dolu hissettiğim bir yıl oluyor sanırım (neredeyse 25 yaşına girdin ne küçüğümü ufal da cebime gir demeyin hala küçücüğüm)


Yorumlar

  1. Küçücük olmak ya da bi şekilde büyümeye alışmaya çalışmak, nolursa olsun hayatın geçiş hızını değiştirmeye herhangi bir şey yetmiyor. Yaşamındaki değişiklikleri ve kendini daima geliştirmeye yönelik çabana şahit olmak hep hoşuma gidiyor, bir gün bazı hislerle ne yapacağımızı bilebilmeyi umuyorum. Ve çok sevdiğin birinin doğum gününü en içten dileklerimle kutluyorum, kendisini ben de pek severim 💘

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. umarım herkes tabağındaki pilavı bitirir ve bizi ikilemlerle boğuşmak zorunda bırakmaz. bizi küçük çabalar kurtaracak diyelim 🦄

      Sil
  2. Yeni yazı ve sen ne zaman geleceksiniz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. lütfen bana cevabını bilmediğim sorular sorma ve seni çok sevdiğimi unutma 💘

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

balığın batması ve yan gitmesi hakkında bazı mülahazalar

arkadaşın ne yapıyorsun dediğinde hiç öyle bildiğin gibi aynı şeyler evdeyim deme yarışına katıldın ama rakibin benim

“alo iyi günler ben potansiyelimi harcamak istiyordum da nereye başvurabilirim? evet evet tek çekim olacak hepsini harcamak istiyorum.”