eşyalar geri çekiliyor sen gelince/ bir ayrıntı gibi içinde kaybolduğum/ sığ ilişkili günlerin/ geri çekiliyor, dudaklarıma kadar/ yükselen sıkıntı suları/ tutunup kirpiklerinin ışığına/ mavi bir kıyıya çıkıyorum/ kurtuluyorum boğulmaktan/ aldığım soluğu duyuyorum, varlığımı/ dünyanın benim için de var olduğunu/ gülümseyen ve bağışlayan/ bir genişliğe dönüşüyor içimdeki keder/ dumanı kalkmış karlı bir dağ gibi/ açılıp aydınlanıyorum güneşinle/ inanıyorum yeniden sevgiye ve güzelliğe
her yazı paylaştığımda tamam diyorum benim artık bu dünyada daha da anlatacak bir şeyim kalmadı. ama sonra pilav yaparken bir bakıyorum ki dibi tutmuş, hemen bunu anlatmalıyım diyorum. pilav demişken hemen minik bir yanlışlıkla hayatımın en iyi pilavını yapma anımı anlatayım. annem dışarıdaydı ben gelene kadar pirinçleri ılık suya koy geldiğimde pilav yapacağım demişti, annem biraz gecikince dedim bari ben yapayım zaten benim yaptığım pilav konusundan herhangi bir beklenti olmuyor, benim yaptığım pilav için memnuniyet eşiği tek parça olmamasının yeterli oluşu ve pirinç mi bulgur pilavı mı ayırt edilebiliyor olması. üç bardak pirincin sığabileceğine inandığım bir tencerede şehriyeleri kavurduktan sonra pirinci içine ekledim buzdolabından tereyağı almak için kapağını açtım ve annemin pilav için buzluktan çıkardığı et ve nohutlarla göz göze geldim. ha dedim tamam demek etli pilav yapacağım daha önce denemediğim bir pilav türü ama hallederim diye düşündüm. eti pilava hangi aşamada katmam gerektiğine internetten baktıktan sonra her şeyi tencereye koydum, tuzunu ekledim ve suyunu da kattıktan sonra kapağını kapatıp pişmeye bırakacaktım ama olaylar elbette böyle gelişmedi. suyu kattıktan sonra tencerede bir milim boşluk kalmadı ve o an tencereyi değiştirmem gerektiği gerçeği ile yüzleştim, hiç kendimi kandırmaya gerek yok ilk başta planda olmayan et ve nohutu katmamış olsam yine de o tencereye o pilav sığmazmış. gidip daha büyük bir tencere aldım ve kaşık yardımıyla pilavın bir kısmını diğer tencereye aktardıktan sonra baktım bu iş böyle bitmeyecek kalan kısmını da ters çevirip döküverdim, tahmin edileceği üzere ocağa bir miktar su pirinç şehriye taneleri saçıldı ve ocaktan gelen yardım çığlıklarını duyabiliyordum ama işler zaten çığrından çıktığı için çok da takılmadım böyle küçük detaylara. cevabını google’da bulamayacağım için mutfak konusunda uzman olan ve yaptığı her şeyi bir başyapıta dönüştüren arkadaşıma pilav yaparken tencere değiştirmenin sorun olup olmayacağını sordum, umarım hayatı boyunca bir daha böyle bir sorunun muhatabı olmaz ve muhtemelen sorun olmayacağını söyledi oysa ortadaki tek sorun pilavın tencere değiştiriyor oluşu değildi. pilavla ilgili en ufak bir beklentim yokken annem geldi ve etli pilava neden şehriye kattığımı ve pirinci katmadan önce soğan kavurup kavurmadığımı sordu, ki zaten bu soruların cevabını biliyorsunuz. her şeyden önce etli pilav yapma fikri ile yola çıkmamıştım ve biliyor olsam dahi etli pilav yapımı öncesinde soğan kavurmam gerektiği bilgisini annemin sorusu ile öğrenmiş oldum. insan olmanın bir güzel yanı da her gün yeni bir bilgi öğreniyor oluşumuz. işin ilginç kısmı bundan sonra başlıyor -evet buraya kadar olan her şey günlük hayatta karşılaşabileceğimiz sıradan olaylar silsilesiydi- pilavım şimdiye kadar yaptığım en güzel pilavdı. her şeyden önce tane taneydi hatta şöyle söyleyeyim tek kusuru tuzunun birazcık az olmasıydı ve babam benim yaptığıma inanamadı. buradan iki sonuç çıkardım; iyi pilav yapmanın sırrı işin ortasında tencere değiştirmek ve hayatım boyunca bir daha pilav yapmazsam iyi pilav yapıyor oluşumla övünebilirim çünkü yapılan son pilav her şeydir.
geçenlerde
(bütün zaman dilimlerini geçenlerde diye adlandırıyorum ama nereden baksanız
bir ay önce diyebiliriz) deneme çözüyordum bir de ne göreyim çayım bitmiş, hem
kendime hem babama çay kattıktan sonra hiç aklımda yokken dedim ben yatsıyı
kılmak için camiye gideceğim. bir baktım yirmi dakika varmış hemencik
hazırlandım çıktım. camide de bir tane kız varmış sadece namazdan önce biraz
konuştuk ne kadar güzel kapanmışsın maşallah bende çok istiyorum tesettüre
girmek ama henüz yapamadım seni görünce de çok heves ettim tekrar dedi.
hatırlarsanız önceki bölümlerde (previously on balseverim) tesettürün nefsime
zor gelen bir ibadet olduğundan bahsetmiştim. onun üzerine böyle bir karşılaşma
yaşamış olmak hem iyi hissettirdi hem de göklerden gelen bir cevap almışım gibi
geldi. o da işten gelmiş öyle oturuyormuş evde, bir camiye gideyim demiş öyle
çıkmış evden. iki insan karşılaştıysa eğer bir sebebi vardır buna çok inanırım
dedi ve buna ben de çok inanırım çünkü ikimizde evde öylece otururken bir anda
kalkıp camiye gitmeye karar vermişiz. namazdan sonra da bir yerde oturduk
konuştuk biraz, hani hep derler ya insan bazen hiç tanımadığı ve bir daha
görmeyeceği birisi ile oturup saatlerce konuşmaya ihtiyaç duyuyor diye, tam
olarak böyle bir şeye ihtiyacım varmış ama tatlı bir düğün telaşı olduğu için
henüz fırsat bulamamış olsak da umuyorum ki biz bir daha görüşürüz. insanlara
hemen kanı ısınan birisi değilimdir ama hem kendisini hem enerjisini çok
sevdim, üstüne üstlük bir de diyetisyen bir arkadaşım olmuş oldu. tam olarak
nasıl cümleye dökülür bilemiyorum ama bazı anlar, bazı konuşmalar bir düğümü
açmışsın gibi hissettiriyor; bir sonraki aşamaya geçmişsin gibi, bir şeyleri
bir adım ileriye taşımışsın gibi ve bu hissi sevdim. şu son bir ayda camide
tanıştığım insanlar serisine bir yenisini daha ekledim. bir arkadaşımla buluşacaktım,
ikindiyi kılıp da geçeyim demiştim. namazdan önce oradaki bir abla “eğer
yabancısıysan buranın şurada etek var almak istersen” dedi, yok dedim
biliyorum. pantolon giymiştim ama üstümdeki şey yeterli uzunluktaydı benim
için. neyse namazı kıldık namazdan sonra “söylemesem içimde kalacak namaz için
biraz daha uzun bir şey giysen daha iyi olur”. dedi. öyle tatlı ve güler yüzlü
birisiydi ki içimden hiç kızmak ya da tepki göstermek gelmedi yarım saat kadar
konuştuk numaramı istemişti onu verdim ve sonrasında arkadaşımla buluşacağım
için ayrıldım oradan. cami benim için yeni insanlarla tanışma ve sosyalleşme
yeri oldu bir nevi. caminin bu fonksiyonunu sevdim ve yeni insanlarla tanışmak,
onlarla sohbet etmek iyi hissettirdi bu epeydir yapmadığım bir şeydi çünkü.
çevreme şöyle bir bakıyorum da kızlarının tesettürü konusu bazı aileler için
bir şeylerin göstergesi haline gelmiş. aileye bakıyorsun ki özellikle ailenin
erkek bireyi cumadan cumaya namaza giden bir kişi ama söz konusu kızının başını
örtmesi olunca çok otoriter olabiliyor. allah nezdinde kadının da erkeğin de
tesettürü ihlal etmeleri eşdeğer kabul edilebilirken “muhafazakar” toplumlarda
bir kadının şort giymesi ile bir erkeğin şort giymesi asla aynı şey değil.
aileler dini olarak kendilerini kızlarına taktırdıkları başörtüsü ile tatmin
etmekten hiç de çekinmiyorlar. ve tüm bunları yaparken de attıkları her adımın
içi boş oluyor, bunu yapacaksın diyorlar ve sorgu suale tamamen kapalı oluyor.
genele baktığımızda çocuğuma örnek olayım, müslümanca yaşamak nedir benden
görsün ve bunu hayatına tatbik etmek için kendisi heves etsin demiyorlar. bu
çocuklarda o kadar büyük bir kafa karışıklığı yaratıyor ki, ilerleyen süreçte
dine karşı, kendisine karşı, değerlerine karşı yabancılaşıyor. her neyse tüm bu
konularda konuşmayı sosyolog olduğum bir evrende konuşup tartışmak üzere rafa
kaldırıyorum.
uzun
yıllardır tanıdığım, sevdiğim çokça da saygı duyduğum bir arkadaşım var. tüm
bunların yanı sıra kendisine biraz da hayranlık besliyorum. sanırım en hayran
olduğum yanı cesur oluşu, yaptığı şeyleri dinlemeyi ve kendisini takdir etmeyi
çok seviyorum. başka bir şehirde yaşarken bambaşka bir şehir olan izmir’de bir
işe başvuruyor kabul alıyor gidiyor, tüm bunlar iki üç gün içinde oluyor.
hayatın içinde olmak ve bir şeylere bir yerlerden başlamak tam olarak böyle bir
şey sanırım. ben bu kadar cesur davranamadığımı fark ettim birçok hususta. asıl
mesele ilk adımı atmak gerisi çorap söküğü gibi gelir diye bir şey yok, ilk
aşama evet zor ama ardından başka zorluklar da geliyor. ben değil ilk zorluğa
erişmek, zorluk fikri bile tansiyonumu düşürüyor dişçide iğneden sonra
bayıldığımda doktorun sekreterinin koşturup bileklerimi kolonya ile ovması gibi
anlar yaşıyorum. ay dedim bu böyle olmaz bir adım atmak lazım. hiç bilmediğim bir
şehirde yeni bir hayata başlamak gibi radikal kararlarla ilerlemedim tabi ki, o
fikir hâlâ biraz göz korkutucu. daha çok evet dediğim, tekliflere daha çok açık
olduğum, bir şey yapılacaksa hadi bakalım deyip ayaklandığım, duygusal anlamda
beni arada bırakan durumları netleştirdiğim bir ilerleme kat ettim. başlangıç
için iyidir diyebiliriz sanırım, bu yavaşlıkla üç yıla mahalle değiştirir yirmi
yıl sonra da şehir değişikliği yaparım inşallah. sonuç olarak arkadaşıma
bayılıyorum ve en kısa sürede havaların biraz olsun serinlemesini akabinde
izmir lokması yemek için yanında olmayı umuyorum. en son 2003 yapımı under the
tuscan sun filmini izledim, filmde kadının hayatı bir şekilde biraz sarsılıyor
ve biraz kafam dağılsın diye çıktığı bir turda gittiği bir ülkeden ev satın
alıyor, her şey çok ani gelişiyor kendisi bile inanamıyor olup bitene. son
zamanlarda izlediğim en akıp giden filmlerden birisiydi, diğerinden de belki
birazdan aşağılarda bahsederim. filmde şöyle bir cümle geçiyordu “vereceğim
başka bir kararla başka bir yerde bambaşka biri olabilirdim. dört duvar nedir
ki? önemli olan içindekilerdir. ev hayal kuranı korur. bazen son anda
düşünülemeyecek kadar iyi şeyler olur, sizi bir sürpriz bekler.” verdiğimiz biz
kararın bizi önümüzdeki onlarca seçenekten birisine sürüklemesini, karşımızda
yeni bir versiyonumuzu görmeyi, bir hafta önceki benle şimdiki benin bazı
açılardan bambaşka olmasını ve bu kuvvetli değişimi seviyorum. geçen yaz kayıp
zamanın izinde serisinin kitaplarını almıştım, toplam yedi kitaptan oluşuyor.
ilk kitabın yaklaşık yüz sayfasını okuduktan sonra devamını okuyamayacağımı
hissetmiştim aslında ama dur bakalım öyle hemen pes etmeyelim dedim. dördüncü
kitabın yarısına kadar zar zor geldikten sonra o noktada artık pes ettim. o
zamandan beri bir gün kendilerine geri döneceğim inancıyla kitaplığımda beni
bekliyorlardı. geçen kendileriyle göz göze geldim ve onları asla okumayacağıma
kanaat getirdikten sonra bir bez çantaya koydum ikinci el kitapları satın alan
bir yere götürüp yerine başka bir kitap aldım. değerinin çok altına sattım,
üstelik kitaplıkta yan yana renkleri çok güzel duruyordu ama artık orada
olmamaları gerekiyordu. evet bu adımı da atabildiğime göre yarın sabah bir
mektup yazıp evi terk etmeye hazırım. neyse daha o kadar da değil ama simit
almak için fırına uğrasam fena olmaz. o zaman yeni başlangıçlara ve değişimlere
diyelim. bir diğer çok bayıldığım kişi de babam. sıfırdan hem kendisi için hem
ailesi yani bizler için bir hayat kurmuş. elbette kolay olmamış yeri gelmiş
rahatından feragat etmiş, yeri gelmiş fazladan çalışmış ama başarmış. yaşıtları
belki çok daha iyi evlerde arabalarda ama o yatırımını mal mülkten ziyade bize
yapmayı tercih etmiş, bizlerin hayatını kolaylaştırmış bunun için kendisine
minnettarım ve birkaç gün içerisinde kredi kartı ekstremi kendisine
ulaştıracağım. kendisini çok seviyorum ve başardıklarını takdir ediyorum.
konfor alanı dediğimiz güvenli limanlarımızdan biraz olsun uzaklaşmak evet zor
ama yol ne kadar çetrefilli olursa olsun hiç çiçek görmeyecek de değiliz
sonuçta. ben o adımı atayım da sonrasında açmayan çiçek utansın diyelim ayrıca
yapay çiçekler de vardır ve oldukça iş görüyorlar. sonuçta gün bitiyor ve ben
takvimde o günün üzerine çarpı atıyorum her halükârda. güne biraz anlam
katmaktan zarar gelmez. yaptığı zeytinli poğaçanın içinden zeytin çekirdeği
çıkmasından sonra bu hayatta insanın başına gelebilecek ikinci en kötü şey gece
yatağa uzandığından bugün ne yaptım sorusuna cevap verememektir.
bazı
günleri aldığım kitapla somutlaştırmayı seviyorum. genelde kitap alışverişimi
internet üzerinden yapıyorum ama bazen bir kitapçıya girip raflar arasında
gezinip o günün bana hissettirdikleri hangi kitabın kapağında isminde saklı
bakınmayı seviyorum. bazen aldığım kitabı hiç sevmiyorum okuyunca ama o kitaba
baktığımda o günkü hislerimi bir kavanoza koyup saklamışım ve zaman zaman
kapağını açıp o anın kokusunun yayılmasına izin veriyorum gibi hissettiriyor.
her zaman söylediğim gibi ben hayatı romantize etmiyorum hayat bana romantize
oluyor. mesela kitaba dışarıdan baktığımızda kapağında “çılgın kalabalıktan
uzak” yazıyor ama o benim için “ne yapacağımı bilmiyorum ama halledeceğim”,
mesela kitabın üzerinde “yani rüzgar her şeyi alıp götürmeyecek” yazıyor ama o
benim için “uzun zaman sonra gerçekten çok iyi hissediyorum ve sanırım bir
şeyleri yoluna koyuyorum”, mesela kitabın üzerinde “liderlik yasaları” yazıyor
ama o benim için “tatlı denk gelişler ve gülümsemeler” gibi gibi uzar gider bu
liste. hazır kitaplardan söz etmişken, iki ayda bir bile olsa aynı kitabı okuyup,
aynı filmi izlediğimiz ve sonrasında üzerine konuştuğumuz bir grup olsun çok
isterdim. aynı kelimeleri görüyoruz, aynı sahneyi izliyoruz ama hem herkeste
uyandırdığı izlenim bambaşka oluyor hem de farklı sonlar düşleyebiliyoruz. tüm
bunları paylaşabiliyor olmak ve farklı bakış açılarına şahit olabilmek
isterdim. belki hemen değil ama bir gün o grubu bulacağım. bu ara izlediğim,
öylece akıp giden ve sonu benim için beklenmedik biten bir diğer film de one
day. “bir fark yaratacağımı düşünüyordum ama insanlar varlığımdan bile bîhaber”
diyordu emma telefonda konuşurken. fark yaratmak ve fark edilebilir olmak güzel
bir şey. ama bir de sessiz sedasız bir şekilde belki tek bir kişi için belki
sadece kendimiz için bir şeyleri farklı kılmak var, işin bu boyutu da çok
güzel. sadece görünür kılmadığımız zaman daha az başarmış hissediyoruz sanırım
o da çağımızın bizi sürüklediği yanılgıdan kaynaklanıyor olabilir. yeni bir
diziye başladım, tatiller planladım, okunacak yeni kitaplarım var, bir süre
daha her şeyi halledebilirmişim gibi davranabilirim sanırım. yalanlar iyi
değildir, bilhassa kendimize söylediğimiz yalanlar. bu hayatta iyi olan tek bir
yalan vardır o da yalancı tavuk göğsü. ama kendimize söylediğimiz yalanlar kısa
vadede o kadar da kötü hissettirmiyor, dolaba su koymamak başkası yaptığında
rahatsız edicidir eğer ben unuttuysam ne olacak canım aman dünyanın sonu mu
sanki der geçerim. o yüzden kendimize söylediğimiz minik tatlı yalanların
zararı yoktur ve günü kurtarırken bize yardımcı olabilirler. bu arada evde
vakit geçirdikçe insan ailesini daha iyi tanıyabiliyor. dün akşam kardeşim
patatesli poğaçayı sevdiğini söyledi. hayatımda ilk defa patatesli poğaça seven
bir insanın varlığına şahit oldum, üstelik çok da yakınımdaymış. benim için
patatesli poğaça hamur arttığı zaman fırıncıların bunun içine ne koysak diye
düşündüğü, öyle üç beş tane patatesli poğaça yapıverdikleri ve satıldığı
yerlerde genellikle en sona kalan bir poğaça türüdür. ama demek ki seveni de
varmış. bu durum yeniden umutlarımı yeşertti, artık geleceğe daha güzel
bakabiliyorum. patatesli poğaça seven insanların gerçekten var olabildiği bu
evrende her şey mümkündür.
sınav
sonuçları açıklandı ve evet tebrikleri alabilirim artık tekrar sınava girmeye
hak kazandığım için. bu aralar çokça tekrar deneme hakkı kazanıyorum bakalım
sonumuz hayrolsun. neyse ödüm kopmuştu ezkaza birinci falan olacağım diye çünkü
birincilik konuşmamı hazırlamamıştım. ailem bu konuda en büyük destekçim
onların haklarını yiyemem. bir yıl daha evde kalacağım diye babam bunu kutlamak
için blender seti almış kullanacak bol bol vaktim olur diye, annem ve
kardeşlerim de köye yerleşip orada böceksiz bir hayat kurma fikirlerimi
dinlemek mecburiyetinde kaldılar. canım sağ olsun dedim ve önüme bakmaya devam
ettim çünkü hayat biraz da başaramadıklarımızın toplamıdır ve ben dört işlem
içinde en çok toplamayı severim, özellikle hayal kırıklıklarını ve ardından
yeniden başlangıçları toplamayı.
yazı
sonu şarkısı: nereden dilime dolandı hiç bilmiyorum ama bu aralar en çok ebru
gündeş- aşık dinliyorum sanırım
Yazıların da senin varlığının bir yansıması, okuduğumda hayata dair umutlarım yeşermekle kalmıyor, yepyeni umutlar ve hiç farkında olmadığım güzellikler doluyor içime. Hep var olasın 💘
YanıtlaSilsen de hep var olasın 💖
SilBetimlemen o kadar iyi ki neredeyse pilavı ben yaptım sandım.
YanıtlaSilçok teşekkür ediyorum ve umuyorum ki hiçbir zaman böyle bir pilav yapmak zorunda kalmazsın 🫶🏻
SilBir sabah uyandığımda kızım yerine bir mektupla karşılaşma düşüncesi ve nasıl bir kredi kartı ekstresi ile karşılaşacağım muamması beni ziyadesiyle karamsarlığa sürükledi. Korkutma benii!!
YanıtlaSilevden gitmem mi kredi kartı ekstresi mi seni daha çok korkutur emin olamadım 😘
SilOkuduğum ilk blog yazın buydu, şimdi okumadığım diğer yazılarını bulup okumalıyım. Bu arada patatesli poğaça seven insanlar olarak şok olduk ancak evrende her şey mümkün bence de bize inanmalısınız ahsjdhg İnşallah blender seti ile yazacağın anıların da etli pilav kadar bizim için olduğu kadar senin için de eğlenceli olur 🤩
YanıtlaSilpatatesli poğaça sosyal intihardır... ahshshsa teşekkür ediyorum 💘
Sillimonata içerken tatlı tatlı esiyor hissi veren şeyler yazdığın için sana ve parmaklarına teşekkürler
YanıtlaSillimonataya ve sana bayılıyorum 🫂🫶🏻
Sil