sen o baygın sevgilerin adamı değilsin/ sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde/ bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir/ bin çeşit güneşle ovulmalıdır gaddar ellerin/ yürü yangınların üstüne, kendi alevini de getir/ çarpıntısız dakikası olur mu devrimcinin/ki / ölüm/ her yerde uyanıktır/ alestadır korkunun yardakçıları/ tez kızaran güllerden kendini sakın/ sevgiler ürkütsün seni, aşk ayrı/ aşktır diye geri geldin o çekiç seslerine/ bıraktın o vazgeçilmez ırmakları/ gönlüne kar yağdırıyorsa çocuk sesleri yetsin/ dikkat et hiçbir şey ıslatmasın namluları

 

2023’e de veda ettik. sanırım herkes için biraz buruk bir yıldı. kendi kişisel tarihim için nasıldı diye düşünüyorum, yaş alıyor olmanın dışında büyüdüğümü hissettiğim ve yetişkin hayatına biraz daha giriş yaptığım bir yıl oldu. herkesi memnun etme gibi bir görevim olmadığı, birisini çok seviyor olmanın onunla olan bağımızı koparamayacağımız anlamına gelmediği çünkü bazı bağların kopması gerektiği ve bunun kötü bir şey olmadığı, ne olursa olsun hep onun için değerli olurum gözünde ayrı bir yerim olur diye düşündüğüm birkaç kişinin hayatında o kadar da yerim olmadığı ve benim gözümden de bazı düşüşlerin yaşandığı farkındalığı, kurabiye hamuruna gereğinden fazla yağ katarsak saçma bir şey olacağı gibi 2023’ten çıkardığım ve çıkamadıklarım adlı küçük bir listem oldu. hayatımın sonuna kadar kullanmak isteyeceğim yapısını çok sevdiğim güneş kremini buldum. ekşi mandalinayı hiç sevmediğimi ve eğer bir gün evlenirsem karşımdaki kişinin ekşi mandalina sevmesi gerektiğini fark ettim, çünkü bir dilim alıp ay yok ben bunu yemek istemiyorum ekşi dediğim mandalinaları birisinin yemesi lazım ancak böyle harika bir çift oluruz. kitapçıda görüp geçtiğim, ismine bayıldığım ve sonrasında neden almadığım diye hayıflandığım “ballı çörek kafeteryası” isimli kitapla yollarımız kesişti, sonra tekrar gittiğimde bir daha denk gelemedik ben de internetten almak istemedim ama tekrar karşılaşacağımızı hissediyorum. bu yıl güzel insanlarla tanıştım, var olan dostluklarım pekişti, bazıları ile yollarımız ayrıldı. bir yıllık aradan sonra tekrar çalışmaya başladım, yeni yıla işsiz girmeyeceğim diye düşünüyordum ki işten ayrılmam gerekti. neyse zaten havalar da soğumuştu şimdi bu soğukta kim sabah erken kalkıp işe gidecekti yarın ne giyeceğim diye düşünecekti bir bakıma iyi de oldu diyebiliriz.

ne zaman yeni birileri ile tanışsam aaa çok sakinsin, hiç sinirlenmiyor musun, mesela şöyle bir şey olsa sinirlenir misin gibi tepkilerle karşılaşıyorum. evet genel olarak sakin bir yapım var ve büyük tepkilerim yoktur ama elbette sinirlendiğim ve karşı tarafa sinirimi yansıttığım zamanlar oluyor. geçtiğimiz günlerde küçük tatsız bir olay yaşadım. kendi halinde küçük sakin derli toplu bir yaşam sürdüğümü düşünüyordum ve hayatımda olmasını umduğum inan hiç beklemediğin anda oluyor kuzumluk olay kesinlikle böyle bir şey değildi. olay anında ve sonrasındaki tepkilerimi düşününce gerçekten sakin bir insan olduğumu kabullendim, hatta acaba kendi adıma bir türbe mi açsam bile dedim ama biraz düşününce her duyduğu sözlerden sonra karşısındakine bağırıp çağırmayan herkes türbe açsaydı adım başı türbe olurdu saçmalama dedim, zaten adına türbe açılacak olan insanlar böyle şeyler düşünmez, türbe olayının mantıksızlığı da başka bir günün konusu olsun ona hiç değinmiyorum bile. insanlardan genelde aldığım “allah seni hep iyilerle karşılaştırsın” duasının geçerli olmadığı bir günmüş diyelim olayı kapatalım. bence insanın hayatında birkaç kez birisinin kendisine sarılıp “tamam canım benim sen nasıl istiyorsan öyle olsun” demesini hak ettiği zamanlar oluyor. benim için de öyle olduğunu düşündüğüm bir zamandı. birkaç kişiyi hariç tutarak söylüyorum, beni sevdikleri için ve olan biteni hak etmediğimi düşündükleri için bu tepkiyi verdiklerini biliyorum ama benden daha fazla sinirlenmeleri ve benim onları sakinleştirmeye çalışmam beni çok daha fazla yordu sanırım. ne hissetmem gerektiğini düşünmeye bile kendime fırsat tanımam için birkaç gün geçmesi gerekti. o an ve hâlâ istediğim tek şey şunu yapmalısın, böyle demelisin, saçmalama, insanlara güvenmek konusunda salak gibi davranıyorsun dünya düşündüğün gibi bir yer değilden ziyade haklısın ve neyi nasıl yapmak istiyorsan öyle olsun sözünü duymak. tüm bunlar yetmiyormuş gibi bu olaylar yaşanırken annem akşam yemeğine pırasa pişirmiş. aksilikler de hep üst üste gelir biliyorsunuz, kelepçeli kalıbın tabanına yağlı kağıdı koydum sonra güzelce kapattım içine kek harcını döktüm önceden ısıtılmış fırına koydum bir de ne göreyim, kalıbın kenarından kek hamuru çıkıyor. hayatta öngörülü davrandığım nadir anlardan olsa gerek, kalıp bana güven vermediği için direkt fırın telinin üzerine koymak yerine altına fırın tepsisi koymuştum da sonrasında annem fırının içinden kek hamuru temizlemek zorunda kalmadı. insanları tanıma konusundan çok iyi değilim belki ama kek kalıbı diyince benden sorulur ve bu bilinçli tavrımı hayatımda birçok alana daha yaymayı umuyorum. ayrıca ben tanıştığım her insan için nerede baksanız yüzde on beşlik bir hayal kırıklığı hata payı bırakırım ama yüzde yüzlük bir oranda hayal kırıklığına dönüşebiliyor olması da biraz sürpriz oluyor insana. neyse tecrübe oldu diyoruz, bu da böyle bir anıydı diyoruz, yaşandı bitti saygısızca diyoruz ve yolumuza devam ediyoruz.

öngörü, özgüven, öz farkındalık, öz sevgi, özverili olmak ve çoğaltabileceğimiz nice özlü kavram üzerinde düşünmeye başladım 25 yaşımda. bazıları için daha erken veya daha geç zamanlarda oluyordur belki tüm bu sorgulamalar ama benim için şimdi uygun zamanmış. öngörü üzerine konuştuk zaten o noktada üzerine daha kırk fırın ekmek yemem konular var ama diğerleri hususunda bu yaşımda daha farkındalıklıydım sanki. özgüven konusunda çok daha iyiydim mesela. yaptığım şey sırf bir başkasının doğrularına uymuyor diye bana kötü hissettirilmesine izin vermedim. yaprak sarması yaparken yırtılmış yaprakları sarmaktan hep kaçınırdım ve anneme bırakırdım ama en son sarma sardığımda elime aldığım yaprak yırtık olsa bile denedim ve onu bütün bir sarma haline getirmeyi başardım. vitesi değiştirirken vitesin üzerindeki sayılara bakmıyorum artık en kötü ihtimalle yanlış vitese takarım o da dünyanın sonu değil, bu noktadaki yersiz özgüvenim yüzünden ben araba kullanırken babamın bir eli sürekli el freninde duruyor olabilir ama zaman içerisinde aşacağımızı düşünüyorum. yersiz özgüven demişken, geçtiğimiz yıllarda (anlattıklarımı hemen yargılamayın lütfen üzerinden gerçekten çok uzun zaman geçti ve yaşım çok küçüktü) un ve nişastayı karıştırıp kekin içine un zannıyla nişasta katarak taş gibi bir kek yapmış olmamı bir kenara bırakırsak tatsız bir mutfak anım var. misafir gelecekti ve annem cheesecake yapalım bari demişti. ben de epeydir yapmamıştım ama sonuçta tarifi var neden tekrar yapamayayım ki. kalıbın tabanına tereyağlı bisküvili kısmını koyduktan sonra üzerine labneli yumurtalı bir katman hazırlanıyor. en üste de meyveli herhangi bir sos. ben yumurtalı kısmın pişmesi gerektiğini tamamen unutmuşum güzelce her şeyi hazırladım kalıba döktüm bir gece dolapta beklettim ve ertesi gün yedik. herkes beğendi ne kadar hafif bir tatlı dedi. kıvamı biraz cıvık gibiydi herkes gittikten sonra bir tarife detaylıca bakayım demiştim ki bir de ne göreyim, benim meyveli sosu dökmeden önce fırında pişirmem gerekiyormuş. uzun zamandır yapmadığımız tarifler hususunda özgüvenli olmamamız gerektiği dersini çıkarmakla birlikte ben yeterince kendimden emin bir şekilde o tatlıyı yapmasaydım belki de gerçekten çok kötü olacaktı şeklinde kendimi aklamayı da ihmal etmeyeyim. 25 yaşımda ilk defa iş görüşmesine gittim mesela. çalıştığım okuldaki müdür yardımcısı iyi ve işini severek yapan, öğrencilerle iletişimi iyi olan bir öğretmen olduğumu söyleyerek sonrasından çalışmam için bir özel okula benim için referans oldu ve görüşmeye gitmemi söyledi. yaptığım iş noktasında bu bana gerçekten özgüven kazandıran bir şey oldu. evet daha çok başındayım ve tecrübesizim ama çabalıyorum ve üstelik bu çaba dışarıdan da görülebiliyor, şu an belki iyi bir öğretmen değilim ama bir gün olabilirim. öğretmenler gününde çalıştığım okulda her öğretmene öğrencilerin kendileri hakkında yazdığı küçük notları içeren birer zarf verdiler. benim için hep kibar, nazik, anlayışlı gibi şeyler yazmışlar, zaman zaman ders sonrasında yanıma gelip dersten keyif aldıklarına dair şeyler söylüyorlardı. tüm bunlar mesleki olarak baktığımda bana özgüven veren ve eğer özverili olursam yani gerçekten çalışır çabalarsam bu işte iyi olabileceğimi hissettiriyor. ve öğretmen olmak kesinlikle benim için yapabileceğim en keyifli işlerden birisi. yaptığımız işte mesleki tatmin arıyor olmak şımarıklık mıdır bilmiyorum ama öğretmenlik bu noktada gözüme biraz yetersiz gözüküyordu. evet yapabileceğim bir meslek ama benim için meslek olmanın ötesinde bir yerde olabilecek mi diye düşünüyordum. sonrasında bu tatmini biraz da benim bakış açımın ve yaptığım ya da yapmadığım şeylerin de sağlayabileceğini fark ettim. ilk iş görüşmemi anlatacaktım konu nerelere geldi. açıkçası özel okulda çalışmak hiç düşündüğüm ve mantıklı bulduğum bir şey değildi yani tamamen önyargı ile gitmiştim. ama oradaki insanlarla tanıştıktan sonra aslında olabilir diye de düşünmeye başladım. gayet keyifli ve güzel bir sohbet oldu benim için ve eminim iş görüşmesi dediğimiz şey her zaman bu kadar rahat ve güler yüzlü geçen bir şey değildir. o zamanlar hâlâ çalıştığım bir yer olduğu için ileride tekrar görüşelim şeklinde ayrıldık muhtemelen üzerinden zaman geçtiği için bir geri dönüş olmayacaktır oradan ama benim için özgüvenimi yükselten bir görüşme olması bile benim için fazlasıyla yeterli. umarım ileride sevmediğim halde kirayı ödeyen bir iş işte gözüyle baktığım ve çalışmaya devam ettiğim bir iş yerine gerçekten hevesimi yitirmediğim bir işi yapıyor olurum. tüm bu hayat sürecinin bir parçası olan ve özgüveni tamamlayan diğer iki şey de kesinlikle öz farkındalık ve öz sevgi. kişi kendisini sevdiği zaman, değerinin ve potansiyelinin farkında olduğu zaman hayat kalitesi yükseliyor. mesela artık büyüdüğüm ve yaptıklarımın, hislerimin, söylediklerimin sorumluluğunu almam gerektiğinin farkındayım. önceleri içimde kalacağına yapayım pişman olacaksam da öyle pişman olayım diye düşünürdüm ama artık bir şey yapmadan önce bunun benim için karşımdaki için ne gibi sonuçları olur diye düşünüyorum ve bir şeyi yapmıyor olmanın içimizde kalmasının o kadar da kötü bir şey olmadığını fark ettim. bizim beklemediğimiz sonuçlar doğurabilir, düzeltilemeyecek yanlışlar yapabiliriz ve bence bazı şeyler yapmadım içimde kaldıdan ziyade benim için artık “evet bunu yapmıyorum çünkü bunun benim ya da bir başkasına olan etkilerini tam anlamıyla kestirebilmem mümkün değil, bazı şeyler içimizde kalmalı ve zamana bıraktığımızda bize iyi ki yapmamışım ya da evet o zaman vakti değilmiş ama şu an yapılabilir dedirtecektir” gibi anlamlar taşıyor. hareket ederken mantığımızın da devreye girmesi ve üç gün sonraki ben bu yaptığımı düşünüp yastıkla kendini boğmaya çalışır mı diye düşünmek çok da kötü bir şey değilmiş. çöpleri atıp eve gelen kardeşimize “e hani çöpleri atmamışsın ben hâlâ buradayım” demek ya da sokakta bilmem ne bilmem nesi için ayraç satan çocuğa fiyatını sorup güzelliğiniz kadar cömert olabilirsiniz cevabını aldığımda “0 lira yani” demek öz sevgi ve öz saygı kavramları ile bağdaşır mı bilmiyorum ama hiç şaka da mı yapmayalım sonuçta. her sabah ertelediğim alarmlar da kendime olan saygımı arttırmama pek yardımcı olmuyor açıkçası ama halledeceğiz. geçenlerde bir arkadaşım dergide yayınlanan bir yazısını “kendi olmayı ve kendi kalmayı başarabilen” diyerek bana ithaf etmiş. benim için yapılmış en zarif şeylerden birisiydi sanırım, ara ara açıp bakarak gözlerim dolmalı duygulanıyorum. iyi bir insan olma çabamı kendimi sevme yolunda bir basamak olarak kullanabilmeliyim sanırım ve şahsıma şefkatli davranma konusunda güzel bir yol kat ettiğimi de düşünüyorum. birkaç ay önce paylaştığım bir yazıda “tanrı benimle neyi kastetmiş olabilir?” sorusu üzerine bazı sorgulamalarımdan bahsetmiştim. iki üç hafta kadar önceydi sanırım, bir öğrencim gelip kendisine namaz kılmayı öğretip öğretemeyeceğimi sormuştu. o an varlığımın amacının, tanrının benimle kastetmiş olduğu şeyin bu olduğunu hissettim. tanrı benimle tek bir şeyi kastetmişse bile benim için bu o andı, daha fazlası ya da daha azı değil. sonrasında birer ikişer arttı öğrencilerin sayısı, kendimi hayatımda ilk defa bu kadar işe yarar hissetmiştim. ve işe yarıyor olma hissi çok hoşuma gitti, bu hayatta bir şeyler için özverili olup gerçekten emek harcayıp çalışmam gerektiği düşüncesi keyifli ve güzeldi. kendi inancım ve inandıklarım bağlamında, dinin oluşturmuş olduğu bir yaşama kültürünü benimseyerek güzel hatırlanabileceğim işler yaptığımı görmek ve bunu sürekli kılmak umarım nasip olur diyelim. hatasız demiyorum, çünkü hata yapabilme lüksümüz olduğunu ve insan olmanın biraz da böyle bir şey olduğunu bilmek inanılmaz bir rahatlık veriyor. tarifte iki bardak un yazıyor olması her zaman iki bardak un katmamız gerektiği anlamına gelmiyor. ne kadar un alabileceğini temkinli bir şekilde ayarlamak gerekiyor, öz farkındalığı kazanmak kendini bilmek de aslında biraz böyle bir şey. sevmek, emek vermek ve diğer güzel şeylerle her şeyi başarmak mümkün olmasa da en azından geriye dönüp bakıldığında evet ben iyi bir hayat yaşadım demek olası. sevgisizliğin kalpte bıraktığı ağırlığı yaşamadan ve yaşatmadan bir ömür sürmeyi umarım kendime mümkün kılabilirim, bu da 2024 hedefim olsun.

yazı sonu şarkısı: kibariye- lafı mı olur, kader- adamım, ebru gündeş- aşık arasında gidip gelen bir müzik trafiğim var bu aralar allah sonunu hayretsin diyelim

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

balığın batması ve yan gitmesi hakkında bazı mülahazalar

arkadaşın ne yapıyorsun dediğinde hiç öyle bildiğin gibi aynı şeyler evdeyim deme yarışına katıldın ama rakibin benim

“alo iyi günler ben potansiyelimi harcamak istiyordum da nereye başvurabilirim? evet evet tek çekim olacak hepsini harcamak istiyorum.”