ben ona sıkıntılı güz günlerinde/ yedi renkli yaz yağmurları dilemiştim/ kırmak istememiştim duygu filizlerini/ büyük bir ustalıkla susturup içimdeki uğultuyu/ rüzgarımı olanca yumuşaklığıyla salmıştım üzerine/ incinmesin diye tek/ acıyı bile ters yüz eden/ incelikli bir gülümsemeyle yüzümde/ ben ona gittikçe soğuyan zamanlarda/ sıcacık bir sığınak olayım istemiştim/ insanlar içinde üşüdükçe/ güvenle gelebileceği
hayatımın
benden hiçbir şey olmazsa ne yaparım kısmını hiç planlamamıştım o yüzden mi
biraz bocalıyorum yirmi beş yaşında hayat biraz da böyle midir yoksa bayramda
güzel olmadığına neredeyse emin olduğumu bile bile sırf merakımdan o son şekeri
yememem mi gerekiyordu bilmiyorum ama merhaba.
bu
şiiri çok seviyorum ama her satırını buraya yazmak için de biraz fazla uzundu,
meraklısı açsın okusun diyelim. galiba üç aydır buraya hiçbir şey yazmamışım,
aslında birkaç ay daha yazmayı planlamıyordum ama biliyorsunuz hayat
sürprizlerle dolu. ama buraya yazmıyorum diye hiçbir şey yazmıyorum da
sanmayın, şubat ayında yüksek lisans tez perilerinin bir gece ben uyurken gelip
de benim tezimi yazmayacağını fark ettim ve bilgisayarın başına geçerek yazmaya
başladım. henüz bitirmedim ama 76. sayfayı geride bıraktım, nisan ayının
sonunda bu aralar hayat daha bir güzel sanki gibi bir düşünceye kapılırsanız
bilin ki ben tezimi yazmayı bitirmişim ve bu sebeple dünya çok daha yaşanır bir
yer olmuş. zaman zaman çok mu gerek vardı böyle bir şey yapmama gibi düşüncelere
kapılsam da şu son iki üç aydır günün en sevdiğim zaman dilimi gün içinde
yapmam gereken diğer işleri hallettikten sonra akşam bilgisayarı açıp bir
şeyler okuyup birkaç sayfa yazdığım kısım. bir insan on sekiz yaşında
üniversiteye başlarken hiç ilgisi olmadığı bir bölümü seçebilir hatadır der
anlarım ama yirmi üç yaşına geldiğinde yüksek lisans yapmaya karar verip de
nasıl tekrar hiç ilgisi olmayan bir bölümü seçebilir bunu pek
anlamlandıramadım. yine de her şeye rağmen en hevesle çalışabileceğim konuyu
seçtiğim için kendimi tebrik etmeden de geçemeyeceğim o kadarını da hak
ediyorum. umarım hazirana kadar son haline getirebilmiş olabilirim ve bu sayede
kendime güzel bir doğum günü hediyesi vermiş olurum. olmadı ağustosta geç doğum
günü kutlaması yaparım. en azından tezin teşekkür kısmı hazır sayılır, bu da
büyük bir gelişme sayılır. sadece bu süreci kaç kilo alarak bitireceğimi merak
ediyorum çünkü bir şeyler yazdıkça ödül maması gibi bir şeyler yiyorum şimdilik
iki kilo aldım ama bakalım sonu nereye varacak galiba bu sefer ellili kiloları
tartıda göreceğim.
ocak
ayından bu yana sekiz film, bir belgesel, üç dizi izlemişim. beş kitap
okumuşum, böyle diyince kulağa az geliyor biraz 1484 sayfa kitap okumuşum
diyelim. gurur ve önyargının 1995 yapımı altı bölümlük bir dizisi vardı,
yıllardır çok zor zamanlarda izlemek üzere bir kenarda bekletiyordum onu. o zor
zamanlar bu zamanlarmış maalesef izlemek zorunda kaldım ve artık bununla
birlikte güzel bir şey olacağından emin olduğum ama hemen tüketmek istemediğim
için yıllarca izlemeyip bir kenarda beklettiğim filmler ve diziler stoğumun
sonuna gelmiş bulundum. bu hayatta nelerin sonu gelmiyor ki zaten diyerek biraz
dramatize ettikten sonra hayatıma kaldığım yerden devam edebilirim sanırım.
“acaba bir ramazan pidesi olsam benim için upuzun bir kuyruk bekler miydi yoksa
başka bir fırına mı giderdi?” diye bir soru görmüştüm instagramda, bazı filmler
benim için o uzun sırayı beklerdi hissi uyandırıyor. “sen tasalanma ben senin
için bunu hallederim, senin düşmene izin vermem” hissi veren filmleri seviyorum
ve galiba iflah olmaz bir romantik komedi sevicisiyim. ama en güzeli iki
tarafın da bunu birbirine hissettirdiği filmler. her kurtarıcılığı da erkekten
beklememek lazım. hapsedildiğin kuleden de kurtarırım, tamam prensim ben
cadının sana uzattığı zehirli elmayı yemene de engel olurum, tamam balım kötü
kardeşlerin balodan baloya gezerken ben sana yaptığın ev işlerinde de yardım
ederim, kaçıp geldiğin baloda gece yarısından önce eve varmak için hızlı hızlı
indiğin merdivenlerde düşürdüğün ayakkabını da getiririm. yeter ki hem filmlerde
ama daha mühim olanı gerçek hayatta biraz karşılıklı çaba olsun,
halledilmeyecek şey yok. ama bayramda teyzelerin “bak tam sana göre birisi var”
ya da “bak bu seninle tanışmak istiyormuş” atakları nasıl engellenebilir onun
çözümünü tam bilmiyorum. teyzeciğim var git yoluna ben kütüphanede aynı anda
aynı kitaba elimi uzatacağım ya da köşe başında çarpışacağım o kişiyi
bekliyorum ve artık romantik komedi izlemeyi bırakıp gerçek dünyaya dönsem iyi
olabilir. hep 27 yaşımda evlenirim diyordum ama onu da bir güncellesem iyi
olacak çünkü iki ay sonra 26 oluyorum ve biz yaşlandığımızda ben köy evimizin
bahçesindeki gölgedeki hamakta uzanmış kitap okurken bana yeni yaptığı buz gibi
limonatadan bir bardak getirecek ve ben içinde nane yaprağı yok diye huzursuzluk
çıkardığım için eve tekrar giderek bardağın içine nane yaprağı ekleyecek,
ikimiz de işten geldiğinde ben hemen dinlenmeye çekilirken akşam yemeğini
hazırlayacak ve ben çayımı alıp içeriye geçtiğimde bulaşığı toplayacak, şehir
şehir gezip gittiğimiz her yerde yediğimiz simitleri karşılaştırarak yediğimiz
en güzel simidin sabah ben uyurken kalkıp yaptığı tazecik sıcacık simitler
olduğuna karar vereceğimiz bir prensi henüz kuleden kurtarmadım. şaka bir yana
hayat müşterek ben de elbette tüm bunların karşılığında teşekkür ederim
diyeceğim ona. galiba benim sevgi dilim seveceğini düşündüm denilerek benim
için bir şeyler yapılması. evlenme yaşıma düz hesap 30 diyelim biz.
bu
yıl ramazan ayından pek keyif almadım sanırım. kardeşlerim evde yoktu ve benim
ramazan ruhum kardeşlerimmiş, onları sinir etmediğim bir ramazan ayı hiç
tahayyül etmemiştim ama yaşayarak görmüş oldum ki hiçbir eğlencesi yokmuş.
biraz benim manevi eksikliğimden de kaynaklanıyordur muhakkak o ayrı çünkü çok
utanarak söylüyorum ki bir kere bile teravih namazına gitmedim ve bu yetmezmiş
gibi yirmili yaşlarımda istanbul’da bir camide teravih kılmazsam çok ayıp
edeceğimi düşündüm sanki on adım ötemdeki camiye gidiyormuşum gibi. tüm bunlar
yetmiyormuş gibi bir de ramazan ayına geçirdiğim en ağır grip ile giriş yapmış
oldum, bir an hiç iyileşemeyeceğim herhalde diye düşünmüştüm ama üç haftanın
sonunda bir nebze daha iyi hissetmeye başladım, insan bazen ciğerinin ağrısını
hissediyormuş bunu da bir deneyimlemiş olduk diyelim. derin nefes alınca
ciğerimizde bir ağrı hissetmiyor olmak ne kadar çok şükredilecek bir şeymiş
bunun kıymetini anlamış oldum. allah’a az şükrediyoruz, insanlara az teşekkür
ediyoruz, bir şeylere az tahammül gösteriyoruz ve sonra mutsuz insanlar
oluyoruz. geçenlerde bir sebepten bir ilkokulda bulunmam gerekmişti birkaç saat
kadar, ikinci sınıf öğrencisi bir kız yanıma gelip sabahtan beri sana bakıyorum
çok tatlısın demişti. şimdiye kadar hep lisede çalıştığım için hasret kalmışım
böyle minik zarif hareketlere, ama neyse öğrencilerimin de hakkını yemeyeyim
şimdi onlar da iyiydi ama en kısa zamanda daha küçük öğrencilerle çalışma
fırsatı yakalamak bana iyi gelebilir ve muhtemelen bir süre sonra o kadar küçük
insanlarla bir arada olmaktan içim darala da bilir ama olsun bunlar hep
deneyim. böyle minik, basit ama içten gelen küçük iltifatlar bile insanın
gününü güzelleştiriyor ama bundan bile mahrum bırakabiliyoruz insanları. yirmi
beş yaşımın ramazan ayında bunu düzeltmemiz gerektiği farkındalığı ile değiştim
ve geliştim diyebiliriz ve umarım bu diğer aylarda da devam eder. birkaç aydır
insanlarla olan ilişkilerimde daha farklı birisine dönüştüğümü fark ediyorum.
mesela birisi inatla cadı tarafımı mı görmek istiyor, onu hiç kırmadan
süpürgeli bir cadıya dönüşüveriyorum. böyle davranmak bazen bu ben değilim ki
gibi hissettirse de galiba gerçek dünyada işler böyle yürüyor. elli kere rica
ettiğim iş hallolmazken bir kere sert çıkışsam aynı iş hemencik halloluveriyor.
yetişkin hayatının bu kısmını hiç sevmiyorum ama bazen yerine göre uçan
süpürgesine atlamış havada süzülen bir cadı olmak gerekebiliyor. her zaman
nezaketi savunacağız o ayrı. zaten geçenlerde bir lira attığımızda çalışan
sokakta kaldırımların üzerinde gördüğümüz yumruk atılan makineleri hayatımda
bir kez de olsa deneyimlemek istedim. üzerinde rekor olarak 982 yazıyordu,
neyse dedim bir 500 yaparız herhalde, yanımda arkadaşım da vardı çok şükür
içimden demiştim bunu yoksa sonrasında daha çok gülebilirdi. attık bir liramızı
yumruğumu da attım ama gelin görün ki ekranda 96 yazıyordu makine herhalde ayıp
olmasın diye onu 100’e yuvarladı sağ olsun. o yüzden nezaket kazansa çok iyi
olur çünkü benim pek kaba kuvvetim yokmuş onu görmüş olduk ama siz beni bir de
bir sonraki sefer görün.
çocukken
hafta sonları kütüphaneye giderek oradan kitap almayı severdim ama son yıllarda
kendi kitaplığımı oluşturayım diye düşünerek okuyacağım kitapları hep satın
alıyordum ama artık hem odamda kitapları koyacak bir yer kalmadığı için hem de
bu aralar favori aktivitem öğleden sonraları tek başıma kütüphaneye gidip orada
çalışmak olduğu için bir iki aydır kitaplarımı hep kütüphaneden alıyorum. ne
aradığımı bilmeden rafların arasında dolaşıp kitap seçme hissini de özlemişim,
satın aldığım zaman genelde hep hazır bir listem oluyordu onları alıyordum ama
artık okuyacağım bir sonraki kitap bana da sürpriz oluyor ve bu hissi sevdim.
en azından daha büyük bir kitaplık alana kadar ya da artık iş güç sahibi olup
kendi evime çıkana kadar böyle devam edeceğim sanırım. herhangi bir işte
çalışmak istemiyorum sadece kendi işimi yapmak istiyorum, kendi işimi daha iyi
şartlar altında yapmak için sınavdan iyi bir puan almam lazım ama bazen sınav
için çalışmaya vakit ayıramıyorum (ilk aklınıza geleni tahmin eder gibiyim hayır
tembellik yapmıyorum aşk olsun), e hadi özelde çalışayım desem aldığım para hiç
emeğimin karşılığı değil ama yine de tecrübe edinmek açısından ve bu işi
sevdiğim için çalışmaya devam ediyorum ama bu da devamlı bir iş olmayabiliyor
sürekliliği olmadığı için acaba ne zaman ayrılmam gerekecek diye düşünüyorum ve
sonuç olarak 25 yaşında işsiz olmak gelecek planlarım arasında yoktu ama en
azından hayatımın sonuna kadar yapmak istediğim işi buldum iyi tarafından
bakalım. kurtlarla koşan kadınlar’da “zamanı geldiğinde zamanıdır” diye bir
cümle vardı, demek ki şu an bazı şeylerin zamanı gelmediği için zamanı gelmedi
ve evet insan bazen bu basit gerçeği bile bir kitaptan okuma ihtiyacı
duyabiliyor. geçenlerde bir yere giderken her zaman aldığım yerden değil de başka
bir pastaneden simit almaya karar vermiştim sebepsizce, içeriye girip simit alacağımı söyleyince beni
“beş dakika şurada oturuver hemen fırından çıkıyor simitler abicim” cümlesi
karşılaşmıştı, o sıcacık simidin güzelliğinden tereyağı gibi eriyerek devam
etmiştim günün geri kalanında, yani varacağımız nokta şu ki hayat beklediğimiz
anda gelen inan hiç beklemediğin anda oluyor kuzumluk anlarla dolu ve biraz da
bilinmezliğin güzelliği diyelim.
yazı
sonu şarkısı: rafet el roman- kurşun şarkısı beni her yerden engelleyebilir mi
nereden dilime takıldı bilmiyorum ama dinlemeyi bırakamıyorum da yine de bu
yazının şarkısı ozbi-karavan olsun.
Bizler o teyzeler olarak bayram gelsede gençleri darlasak diye yıl boyunca sorular hazırlıyoruz tek zevkimiz bu , bunu da çok görmeyin bize :;
YanıtlaSilo zaman gençleri aranızda paylaşın herkes herkesi darlamasın........
SilMâkul
Silacaba bir ramazan pidesi olsam benim için upuzun bir kuyruk bekler miydi yoksa başka bir fırına mı giderdi?” Bu güzel bir alıntı olmuş lakin otobus durağında tren bekler gibi bekleyen insanları da varsayarsak eğer pide kuyruğunda ki kişinin beklemesi daha bi olası sanki mutlu son için..
YanıtlaSileğer doğru kişiyi bekliyorsak otobüs durağına tren de geliyor o kişi hayatımıza da dahil oluyor bir şekilde sanırım, asıl mesele doğru kişi olup olmadığını kestirebilmek o da artık şansımıza diyelim ve umarım hep mutlu sonlar kazanır 🌟
Silİşi şansa kalan insanlar mıyız işini şansa bırakan insanlar mıyız bilemiyorum acaba hangisinin sonunda daha şanslı oluruz bakalım :)
YanıtlaSilbakalım hayat bize neler getirecek ✌🏻
SilDüşüncelerini getirmesiyle ümidiyle 🫡
YanıtlaSilherkes için öyle olur inşallah 🫶🏻
SilDilerim...
YanıtlaSil