mevcut bir hayat inşa etme krizi ortasında görülmek ya da duygusal boşluğumuzu iyi yönetemediğimiz süreçten geçiyor olmak
evet
sonunda üç yıldır asla gelmeyeceğini düşündüğüm o gün geldi çattı, tez
savunması günü. insan bu hayatta beş kere evlenebilir ama bence “hayatta bir
kere yaşanan bir şey” diyeceğimiz şey yüksek lisans tez savunmamız olabilir.
yani en azından beni için böyle, birden çok kez evlenebilirim bunun garantisini
vermiyorum ama bir daha yüksek lisans yapar mıyım? bence yapmam. bu sebeple
sadece yakama çok sevdiğim birisinden hediye gelen ayçiçekli broşumu iliştirmek
ve tüm bu hengamenin keyfini çıkarmak istedim. yalan yok heyecan vardı biraz
ama “ay şu ne olacak bu eksik miydi” diye düşünüp stres yapmak istemedim.
sadece savunma tarihi alabilmem için makalemin gönderdiğimiz dergiden kabul
alması gerekiyordu. cuma her şeyin son teslim tarihiydi perşembe akşam bana büyük
bir sürpriz yaparak makalemi kabul etmeye karar verdiler. son anına kadar
unutulmaz bir anı olsun heyecan hep dorukta olsun diye böyle bir yol izlediler
sanırım. tez savunmama geçmeden makaleye düzeltme verme dili ve edebiyatı
hakkında konuşmak istiyorum biraz da. bence birisi başımızda dikilip
bağırıyormuş hissi uyandırmadan da makale yazarlarından bazı düzeltmeler
istenebilir. çünkü bazen bazılarımızın ilk makalesidir ve “süper yazmışsın
balım ama şöyle şöyle olsa daha da süper olur ama sen bilirsin sonuçta senin
makalen istediğin gibi olabilir” hissi vererek de eleştiri yapılabileceğini
düşünüyorum. bu minik serzeniş sonrasında tez savunma eğlenceme geçebiliriz.
benim anlatacaklarımı dinlemek üzere oraya gelmiş tez jürisinin karşısına geçme
fikri çok da rahat hissettirmiyor yalan yok ama o zaman da kendime şunu
hatırlattım “ben beni asla hiçbir şart ve koşulda dinlemek istemeyen liseli
kırk öğrencinin karşısında bir dönem boyunca her gün sekiz saat ders
anlatabilmiş bir insanım. sırf beni dinlemek için oraya gelmiş üç jüriye mi
anlatamayacağım?”. aslında bu açıdan bakınca işim oldukça kolaylaşıyordu çünkü
ders anlatmaya başlamadan önce sınıfta sessizlik sağlamam gerekiyordu ama tez
jürisine karşı böyle bir şey yapmama hiç de gerek yoktu çünkü ortada zaten
“hadi hava zaten sıcak anlat ve gidelim” sessizliği vardı. ayrıca dünya
üzerinde eşi benzeri görülmemiş bir kötülükte savunma yapmış olsam da kapının
dışında bekleyen muhafızları çağırıp beni zindana attırmazlardı herhalde. her
şeyden önce tez jürisine ikram olarak bir şeyler hazırlamalıydım ki tek odak
noktası ben olmayayım. aslında bir ara susamlı kurabiye mi yapsam acaba diye
düşündüm. içinde ve dışında bir sürü küçük küçük susam olduğu için bir süre
sonra insanın boğazına yapışıyor o susamlar ve rahatsızlık veriyor. o an tek
düşündüğünüz şey su içmek, susam rahatsızlığından kurtulmak ve rahat bir nefes
almak oluyor. dikkat dağıtmak için birebir yani. ama sonra hayır canım dedim o
kadar da kötü bir tez yazmadım kimseyi susamla boğmaya gerek yok, sadece “evet
benim anlatacaklarım bu kadardı eğer varsa sorunuz ya da eklemek istediğiniz
bir şey alabilirim” dediğimde “kurabiye çok güzeldi tarifini istesem mi acaba?”
diye düşündürsem yeterliydi. burada atladığım en önemli nokta jürideki
hocaların hepsinin erkek olmasıydı ve evet, erkekler asla kurabiye tarifini
merak etmezler maalesef. üstüne üstlük anlatacağım tezin feminist içerikli
olması da cabası. günün sonunda tez savunması için o odaya giriyormuşum gibi
değil de karşımda üç erkek kurabiye yerken feminizm, kadın hakları, ataerkil
toplum düzeni falan bir şeyler anlatacakmışım gibi basite indirgedim her şeyi
kafamda. belki şu an değeri anlaşılmayacak bir şey yazdım ama yüz sene sonra
islam iktisadı alanının virginia woolf’ü olabilirim diye düşündüm, merak etmeyin
sonrasında yuh artık tamam abartma da dedim kendime. insanın bir noktada
haddini bilmesi lazım. jürideki hocalarımın hepsi de oldukça yapıcı ve pozitif
oldukları için sorunsuzca hallettik. ilk başta ister istemez minik tatlı bir
heyecan oluyor tabi ama odadaki herkes güler yüzlü olduğu için sonrasında
sadece andan keyif almaya odaklandım. bir buçuk saat kadar sürdü sanırım ama
iki saat daha bu konu üzerine konuşup tartışabilirdim. jüride bir kadın hoca
olsaydı da keşke keyifli bir şekilde karşılıklı erkekleri eleştirebilseydik.
günün sonunda üç evetle uğurlanmak, oy birliği ile yaptığım şeyin kabul
edilmesi iyi hissettirdi. dünyaya barışı getirmedim, amansız bir hastalığa çare
de bulmadım evet ama son zamanlarda (beş yıldır) kendimi o kadar yetersiz ve
başarısız hissediyordum ki böyle minik bir başarı bana kendimi iyi hissettirdi.
jürideki hoca zeki bir kızsın dediğinde gerçekten zeki miyim diye sormamak için
kendimi durdurmam gerekti çünkü artık beynim çalışmıyor gibi hissettiğim,
zekamdan şüphe ettiğim birkaç yıl geçirmiştim. sürekli bir şeylerden red yemek,
başarısız olmak, tekrar sınavlara hazırlanmak, şu bu derken inanılmaz salak
hissediyordum kendimi. bu minicik başarıya, bir şeyi tamamlamış olmaya, bir
şeyin sonunu getirmeye ihtiyacım varmış demek ki. ne işine yarayacak bu şimdi
derseniz, arkadaş ortamında ya ben tez yazdım bir dakika diyerek şovu yapılır,
her tartışmada haklı çıkmaya çalışılır onun dışında da bir artısı yok ama
olsun. bir şeyler başarmak kadar bunu paylaşacağın insanların hayatında olması
da çok tatlı ve güzel bir şey, hatta belki de en güzel kısmı sevdiğin insanları
gururlandırdığını görebilmek. aldığım samimi tebrik mesajları ve aramaların
hepsi çok kıymetliydi. evet birçok şey başaramamış olabilirim ama hayatımda iyi
insanlar biriktirmişim. akşam işini gücünü bir kenara bırakıp tatlı yiyip minik
başarımı kutladığımız arkadaşlarıma da ismen teşekkür edeyim; semra, ahmet,
meryem ve bayram’a ama en çok da beni çiftler arasında tek bırakmayan üç aylık
ve dünyanın en tatlı bebeklerinden olan uraz’a teşekkürler. evet tüm bu tantana
yüz küsur sayfa bir şey yazdığım ve artık çok da salak hissetmediğim içindi,
olaysız dağılabiliriz.
bir
şeyleri sürekli süslü, betimlemeli, metaforik, dolaylı yoldan anlatmam
gerekiyormuş gibi hissediyorum. hayat her zaman epik, şiirsel, romansı anlarla
dolu değil. bazen dümdüz direkt cümleler de lazım. şiir de diyor ya “böyle
hayal etmedim ki büyüyünce olacağım şeyi/ bakıyorum etrafıma benden saçma
hiçbir şey yok”, bunun gibi net cümleler. mesela artık otuza daha yakın olduğum
yirmi altı yaşımı hiç böyle hayal etmemiştim. bu yaşlarda her sabah erken
kalkmaktan şikayetçi olduğum, yarın ne giyeceğim derdimin hiç bitmediği bir
işim muhakkak olur diye düşünüyordum. bu yaşlarımda evli olacağımı hiç
düşünmüyordum yalan yok ama sevdiğim ve sevildiğim bir ilişkinin içerisinde
olurum diye düşünüyordum. insan hep babaannesinin evindeki içinde çamaşır suyu
olan sabunluğa değil de bazen de ona aşkla bakan bir çift göze kanmak istiyor
ama işte günün sonunda hep sabunlukta sabun var zannederek elime sıkıyorum ve
elim çamaşır suyu kokuyor. aslında onu bir değiştirsek iyi olacak artık, her
gün bir sabunluğa kanıyor olmak çok da iyi hissettirmiyor. bundan beş yıl sonrası için kendime not
bırakmaktan da çekiniyorum çünkü gerçekleşmesini umarak yazdığım şeylerin beni
hayal kırıklığına uğratma ihtimalinden korkuyorum. kimsenin yanında ağlamama
rekorumu sürdürmem diye düşünüyordum, üzüldüğüm bir şeye de “valla dümdüz
üzüldüm” derim diye düşünüyordum ama yok ‘cool’luğum kime bilmiyorum, yakın
zamanda katılacağım ve birinciliği kimseye kaptırmayacağım bir buzlar kraliçesi
yarışması da yok aslında. başarısız olduğum bir şey için de oturup hüngür
hüngür ağlamak istiyorum mesela. değil başkasının dizine başımı koyup ağlamak
bunu tek başımayken bile yapmıyorum genelde. “e ne yapalım ben elimden geleni
yaptım olmadıysa olmamıştır” demek istemiyorum bazen. tamam hayatı zarafetle
yaşayalım, pozitif olalım, gülüp eğlenelim ama bir durup üzülelim de yani. son
birkaç aydır kendime o kadar çok ✨kontrol edemediğimiz şeyler için
endişelenmiyoruz✨
dedim ki günün birinde bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığımda bu cümleye
dönüşmüştüm. ay bir günü de oturup endişe ile geçirelim değil mi dünyanın sonu
mu gelecek sanki. başarısızlıklarımızı da güzelleştirmeyiverelim. dümdüz
başarısız oldum diyerek hayatın bir parçası olduğunu kabullenelim. ilk sucuklu
yumurta yaptığımda, ki utanarak söylemeliyim ki tarih olarak çok da eskiye
gitmemize gerek yok bu anı için yani yaşım gençti daha çocuktum diyerek
geçiştirebileceğim bir şey değil, tavaya döktüm yağı sucukları da güzelce
dilimledim koydum tavaya. e sonra baktım sucuklar da kendi yağlarını salmaya başladılar,
tavada bir yağ harbi çıktı. burada bir terslik olduğunu anlayarak yağın birazı
süzülür ve önceden bir tabağa kırılarak çırpılmış bir halde kenarda bekleyen
yumurtalar daha sonra tavaya alınır normalde. ama ben bunu akışın bir parçası
olarak düşündüm ve yumurtaların yağı emeceğine kendimi inandırdım. yumurtaların
özgeçmişini incelerseniz öyle bir misyonu ve vizyonu olmadığını göreceksiniz,
tabi ki olaylar da öyle gelişmedi. alın size hayatın içinden bir başarısızlık
örneği. mesela yağlı kağıt rulosundan tepsiye uygun boyutta bir yağlı kağıt
parçası kesmem gerekiyor olsun. asla tepsiyi götürüp de ona göre keseyim demem,
gözümün kararına güvenirim ve ben asla pilava göz kararı su katamam mesela.
bunu bildiğim halde yine de rulodan gönlümce uzunlukta bir yağlı kağıt keserim
ve o tepsiye ya küçük gelir ya da büyük, asla şaşmaz. gerekirse üst üste elli
tane kesmem gereksin, her seferinde farklı boyutta keserim hiçbiri birbirini de
tutmaz üstelik bir de elimde makas olsa bile yamuk keserim. yağlı kağıt kesmede
başarısızım ve evet bunu söylerken hiç de utanmıyorum. tepsi boyutunda hazır
kesilmiş yağlı kağıdın mucidine buradan teşekkürlerimi ve saygılarımı
iletiyorum, beni bu eziyetten kurtardığı ve başarısızlık hissimi engellediği
için. mutfaktan başladık mutfaktan devam edelim madem. üç çeşit çorba yapmayı
biliyorum bunlardan birisi de yoğurt çorbası. geçen gün yaptığım yoğurt
çorbasının yoğurdu kesildi, düşününce bence felaket değil yani yoğurt yine
bildiğimiz yoğurt sonuçta. göze pek hitap etmiyordu belki ama yoğurt çorbasının
öyle bir iddiası olduğunu da düşünmüyorum çünkü yemeğin adı süper gözüken ve
kesilmemiş yoğurt çorbası değil. yani konsepte baktığımızda aslında yoğurdun
kesilip kesilmemesi hususunda bize bilgi vermiyor, yoğurt çorbası diyoruz. ama
toplumsal normlar göz önünde bulundurulduğunda, evet başarısız bir çorba
girişimiydi. nikah memuruna düğünden önce söyleyeyim de “iyi günde kötü günde”
yerine “kötü günde ve daha kötü günde” şeklinde düzenlesin konuşmasını, çünkü
galiba benimle evlilik böyle bir şey olacak. neyse canım bir çorba yapamadık
diye, yaptığımız ütüler bir şeye benzemedi diye, yüzey temizleme mendili ile
ocak temizlemeyi normal gördük diye, her sabah hazır kahvaltıya uyanmak istedik
diye kötü olacaksak da olalım. e herhalde vardır bir başarın da derseniz,
elbette var. geçen camide ilk defa tesbihatta imama yetiştim. gerçi tesbihatı
müezzin de yaptırıyor olabilir ona pek emin değilim, malum camilerde kadınların
olduğu yer sır gibi saklanarak dış dünyayla bağlantısı kesilerek onlar yokmuş
gibi davranıldığı için pek de bilemiyorum. her neyse başarıma geri döneyim,
imam ya da müezzin 33. subhanallahı söyleyerek elhamdülillaha her geçtiğinde
ben daha yarıyı yeni geçmiş oluyordum genelde ama demek ki biraz ben
hızlanmışım biraz da o gün yavaş tesbihat yaptıran birisi denk gelmiş olsa
gerek zamanlamayı tutturabildim. cami demişken bu başarısızlığımı burada hiç
anlatmadım galiba ama artık vakti geldi, belki okuyunca kendinizi biraz daha
iyi hissedersiniz ve neyse böyle birisi de olabilirdim ya diyerek olduğunuz
kişiye şükredersiniz. bundan iki yıl kadar önce ilahiyat mezunu ben ve imam
hatip lisesi mezunu arkadaşım yatsı namazını camide kılmak istedik. güzelce
yatsı namazının son sünnetini de kıldık bitirdik, imamın allahuekber demesini
bekliyoruz vitir namazına niyet etmek için, çünkü teravih namazlarında öyle
oluyordu cemaatle hep birlikte kılıyorduk. arkadaşım da ben de daha önce hiç
normal bir zamanda cemaatle yatsı namazı kılmamış olacağız ki vitir namazının
cemaatle kılınmadığı hakkında en ufak bir bilgimiz yokmuş ve beş dakika kadar
imamı bekledikten sonra bir anda tesbihata geçmiş bulduk kendimizi. meğer vitir
namazını yatsının son sünneti sonrasında kendimiz şahsen bireysel olarak niyet
edip öyle kılıyormuşuz. anlaşılan din eğitimi aldığımız okunulan okullarda da
bu mevzuya yeterince değinilmemiş ya da biz o gün orada değilmişiz e arkadaş
arasında muhabbeti de geçmemiş. o gün bugündür ne zaman yeni dini bir şey
öğrensem neyse ben vitir namazının nasıl kılındığını daha yeni öğrendim zaten
diyerek cahilliğime şaşırmıyorum. vitir namazı ile ilgili kunut dualarını ne
kadar zor öğrendiğim ve üçüncü rekattaki allahuekberde rukuya gitmememiz
gerektiğine kendimi ikna etmemin ne kadar uzun sürdüğü hususlarını ayrı bir
zamanda tekrar konuşuruz. bir yazıya bu kadar başarısızlık silsilesi yeter de
artar bile durduk yere evrene negatif enerji de göndermeyelim.
belli
başlı şeyleri hep ertelediğimi fark ettim. ve bu döngüyü kırmak için bir adım
atmam gerekiyordu. ben de elbette yapılacak en mantıklı şeyi yaptım, yedi sezon
olduğu için gözüme çok uzun gelen o diziye başladım. evet listede başka şeyler
de vardı tabi ama başlangıçları yargılamak hiç de doğru değildir çünkü
bilirsiniz ki bir şeyin devamının gelmesi için başlamak gerekir siz bir de
benim bundan sonraki adımlarımı görün. hadi su içmek bile ertelenir de bir
insan bağ kurmayı neden erteler merak ediyorum. ertelemekten ziyade bağ kurma
yetimi yitirmişim gibi geliyor, bir son kullanma tarihi varmış ve o geçmiş
gitmiş gibi. yeni bir bağ kuramıyorum ve iç sesim bir süre sonra bir şeylere ve
birilerine “hadi yavrum ben kaçar” diyormuş gibi geliyor. bu durum iç sesim
erkek olabilir mi acaba diye düşündürse de her kötü şeyi de erkeklere
yükleyecek değiliz tabi. ama yalan yok twitter’daki kötü süslenmiş bir pastaya
erkek eli değmiş gibi oldu yazılı twite gülmüştüm. ben zaten bardak kırınca
falan nazar çıktı diyen birisiyim siz bana pek bakmayın. yıllardır tanıdığım ve
çok sevdiğim iki arkadaşımı birbirlerine çok yakıştırıyordum, bu fikrimi
ertelemeyi bıraktım, hiç yapmayacağım bir şeyi yaparak çöpçatanlık yaptım ve
artık bana sadece nikah şahidi elbisesi seçmek kaldı. ikisi de arkadaşım olduğu
için uzaktan da olsa tanıyorlardı birbirlerini ama insan gözünün önünde de olsa
aşkı göremeyebiliyor bazen demek ki, ufacık bir destek gerekebiliyor. bu
ilişkinin erkek tarafı mı olsam kız tarafı mı bilmiyorum ama bir ömür mutlu
olmalarını istediğimi biliyorum. benim için de bir çöpçatanlık deneyimi olmuş
oldu.
mevcut
bir hayat inşa etme krizi ortasında görülmek ya da duygusal boşluğumuzu iyi
yönetemediğimiz süreçten geçiyor olmak da artık normalleştirilmeli. şahsen ben
bu dönemimdeyim birkaç şey başardım, birçok şeyde de başarısız oldum.
navigasyonu açtığım halde gideceğim yeri bulamadım (hem metaforik anlamda hem
de gerçek bir hayat hikayesinden alınmıştır. bir insan navigasyon açtığı halde
nasıl beş dakika boyunca ters yöne yürüyebilir ben de bilmiyorum ama böyle
şeyler yaşanabiliyor), birileriyle tanışma sürecini iyi yönetemedim.
birilerini, bir şeyleri, bazı hisleri teğet geçmişim gibi hissediyorum. mesela
araba kullanacak cesaretim yok bu yüzden ehliyetimi hep evde bırakıyorum pardon
unutuyorum. kontrol etmek için yüz kere okuduğum tezde hâlâ yazımı yanlış kelimelere,
yazdığım saçma sapan hiçbir yere varmayan cümlelere rastlıyorum. sadece demek
istiyorum ki kendini başarısız hisseden varsa eğer ben de başarısız oldum ve
bunu bir şeylerin arkasına saklayarak aralara iliştirerek değil de direkt
söylemek istedim. başaramayacağım birçok şey daha var, kaçıracağım fırsatlar
var bunları heyecanla ve merakla bekliyorum desem yalan olur ama sadece
yaşanacağını biliyorum ve biraz daha hazırlıklıyım sanırım. daha önce hiç yeni
açılmış bir sarı bezi kullandınız mı bilmiyorum. çok konforsuz bir hissi oluyor
onun. başına buyruk ele avuca sığmayan bir yapısı oluyor. oysa o tezgah
köşelerinde buruşturulmuş halde bekleyen, kat izleri olan o eski sarı bez öyle
mi? “ben ne yapacağımı biliyorum sadece bana bırak.” diyor adeta. kendine hayrı
yokmuş gibi dursa da, artık herhangi bir sıvıyı emmekten aciz olsa da, üstü
lekelerle dolu olsa da o güven hissini veriyor bana. bu yaşlarım paketinden
yeni çıkarılmış bir sarı bezi anımsatıyor ve ne yapacağımı, nasıl ait
hissedeceğimi bilmiyormuşum gibi hissettiriyor. yaş ilerledikçe konforlu ve
alışılagelmiş sarı bez hissiyatı daha çok artıyordur ve elimizdeki hayatla ne
yapacağımızı daha net biliyoruzdur diye düşünüyorum. yani en azından öyle
olmasını umuyorum. evet, benim hayatım bir sarı bez ve ben bu sarı bezin biraz
şekil alabilen yıpranıklığa gelmesini istiyorum. ama hiçbir şeyi eski haline
getiremediğimiz için bu başına buyruk paketten yeni çıkmış sarı bez hissinin de
tadını çıkarmaya çalışıyorum. bir sonraki yazıda da paketinden yeni çıkardığımız
bulaşık süngerinin bir damla sabunla süper köpürürürken ilerleyen süreçte
sünger pörsüdükçe ne kadar sabun kullanırsak kullanalım hiç ilk günkü gibi
köpürmediği konusunu da ele alırız, merak etmeyin.
Başarılı ya da başarısız olmak hayat için bir kriter değildir diye düşünüyorum, bunlar da göreceli kavramlar çünkü, mesela sen benim gözümde dünyanın en başarılı arkadaşısın bu denklemde, seninle hayatım başka bir hale büründü, yeni bir pencere açıldı, yıllardır hayatımda olmana rağmen ben her seferinde seninle yeni bir şeyler keşfediyorum mesela, bu benim kişisel tarihimde anlatılacaklar listesinde ilklere kesinlikle girer. Ayrıca bazen elimizdeki hayatla ne yapmamız gerektiğini bilemeyebiliriz, bunu yaşarken idare etmek yorucu gelebilir, ki öyle de zaten, ama bir gün hepsi bittiğinde -biter diye umuyorum ama biter inşallah diyelim- elinde şekil almış bir sarı bez olduğunda, bu günleri anıp 'vay be nerelerden nerelere' diye iç geçireceğiz, tatlı bir tebessümle. Birbirimizin bu süreçlerine şahit olmak çok kıymetli, iyi ki varsın 💕
YanıtlaSilsen de iyi ki varsın 💗
Sil