balığın batması ve yan gitmesi hakkında bazı mülahazalar
uzun zamandır yani yaklaşık üç aydır bir word dosyası açıp da bir şeyler yazmadım yazıya nasıl giriş yaptığımı da unutmuşum ama selam. son birkaç yıldır ayda en azından bir yazı yazmaya çalışıyordum, yani paylaşmadıklarım da oluyordu elbette ama kenarda köşede de olsa bir şeyler yazmış oluyordum. o birkaç yıllık rutinimi bozdum ve ilk defa bu kadar uzun süredir yazmaya ara verdim. hem yazacak bir şeyim yoktu hem de neyi nasıl ifade etmem gerektiğini bilemedim galiba biraz da. bilirsiniz, ufak tefek yazar şımarıklıkları işte. bu arada bu yazıyı masamın üzerinde vazoda duran kokinalarım ile birlikte yazıyorum. ben çalışma hayatına ilk girdiğimde ki iki yıl kadar oluyor, bu aylarda kendi kazandığım ilk parayla kendime kokina almıştım. çiçekçiye girdiğimde dikkatimi çekmişti öyle kırmızılı yeşilli çok güzel görünüyordu ve daha önce de hiç bilmiyordum böyle bir çiçek olduğunu, sosyal medya kullanmadığım bir dönemmiş demek ki. o yıl ve ondan sonraki yıl yani geçen sene kendime kokina almıştım ve bu benim için bir gelenek olsun demiştim, her yıl kasım sonu aralık başı gibi kendime küçük bir güzellik yapmak istedim. ama bu sene işsiz olduğum için geleneğim gelenek haline dönüşemeden sekteye uğrayacaktı ki biliyorsunuz bazı kahramanlar pelerin takmaz, birisi hemen imdadıma yetişti. bir gün evde oturuyorum zil çaldı kardeşim açmıştı kapıyı, al şunu elimden diken mi sipariş ettin ne yaptın hep battı elime diyerek yanıma geldi. adresi mi karıştırdılar acaba yok ya karşıya gelmiştir herhalde derken zarfın üzerinde ismimi görünce şaşırdım. sonra başka bir gün yine evde oturuyordum, eve bir kitap kargosu geldi. bizim eve hep kitap kargosu gelir bunun bir haber değeri yok tabi ama bu sefer ben sipariş etmemiştim bana da sürpriz oldu anlayacağınız. bazen duymanız gereken cümleler olur, aslında içinizde bir yerde bildiğiniz şeylerdir ama illa başkasının söylemesi gerekir. tam da öyle cümleleri olan bir kitaptı, üstelik bir çocuk kitabı. belki dışarıda görsem elime alıp bakmazdım bile ama arkadaşım bu kitabı okumam gerektiğini hissetmiş ve hislerinde hiç yanılmamış. size de oluyor mu bilmiyorum ama bazı dönemlerde çok sevdiğim insanlarla görüşmeyi sürdürmek bile çok zor geliyor ama bir kere bu çabayı bırakırsam da git gide daha kötü hissedeceğimi de biliyorum. hiç söylemesem de bir şekilde hissederek o içine kapanıklık kuyusuna düşmeme izin vermeyen arkadaşlarımın hepsi iyi ki var. geçenlerde en son iş hayatına dahil olarak görüldüğüm okulda tanıştığım ve iş hayatında edindiğim ilk ve tek arkadaşımla buluşmuştuk, benzer yollardan geçmemiz ve beni anlıyor oluşu hem iyi hissettirdi hem de dur bakalım ya hallederiz güveni verdi. herkesle hayatın bir parça benzeşmesi, aynı sorunlarla cebelleştiğini bilmek yalnız değilim hissini besliyor ve inişleriyle çıkışlarıyla toparlanıyorsun. desteklenmek, anlaşılmak ve dinlenilmek nimetleri için de teşekkürler allah’ım. bu yazıyı yazmaya karar verdiysem biraz da kokinaların, beni tam kalbimden vuracak kitabın ve bir masa etrafında arkadaşlarımla oturup gülerek sohbet edebiliyor olmanın vermiş olduğu motivasyonladır, buradan tekrar kendilerine teşekkürlerimi ve sevgilerimi iletmiş olayım.
her
şey 17 ekim günü merdivenlerden düşmemle başladı. taktım kulaklığımı, evden
çıkmama son birkaç basamak kalmış sonra adımımı attım sonraki birkaç saliseyi
hatırlamıyorum boşluğa mı bastım ayağım mı kaydı ne olduysa sonrasında zaten
yerdeydim. kalktım baktım yürüyebiliyorum tamam ya dedim bir şey yok.
halledeceğim birkaç işim vardı dışarıda onları hallettim eve geldim derken
ertesi gün oldu bir baktım ki ben yürüyemiyorum. hani yürüyorum da sağ bacağım
beni asla taşımak istemiyor. sanırsın iki üç basamak kayıp düşmemişim de dağda
ceylan avlarken kayalıklardan düşmüşüm, öyle bir ağrı. iki gün yatar üç gün
nazlanırsın geçer giderlik bir durumdu ama çok da planladığım gibi ilerlemedi
süreç. ilaçlar ve ağrı kesicilerle geçen birkaç haftanın sonunda ağrısı geçmemiş
olsa da artık yürüyebilir hale geldim şükürler olsun. şair ağır ağır çıkacaksın
bu merdivenlerden derken bir bildiği varmış. ağrısız acısız yürüyebiliyor olmak
süper bir nimetmiş teşekkürler allah’ım bu imkanı sunduğun için. tam dedim
artık toparlanıyorum iyiyim, bir anda insanlık tarihinin en ağır gribini
geçirirken buldum kendimi. sol burnum tıkalı o tarafa yatamıyorum, e sağ
bacağım ağrıyor o tarafa zaten yatamam. tüm gün yatsam uyuyamıyorum ama o kadar
çok ilaç içiyorum ki sadece uyumak istiyorum. bu süreçte bu kadar ilaca rağmen
beni yarı yolda bırakmayan karaciğerime de teşekkürlerimi iletiyorum. ilk
antibiyotiği bitirdim, annem bir taraftan babam bir taraftan içinde ne olduğunu
sormaya korktuğum tadı çok kötü karışımlar getiriyordu ama sıfır iyileşme
emaresi ile ikinci antibiyotiğe başladım o da bitti ve ben artık hayatıma bu
hastalıkla devam edeceğim gerçeğini kabullenmeye başladım. tamam abartmayayım
çok daha iyiyim ama o eski sağlıklı günlerimin kıymetini yeterince bilememişim.
evet hâlâ abartmaya devam ediyorum, ama herkes kendisine dikkat etsin ve hasta
olmasın. bu kadar aksiliğin üst üste gelmesine yapılacak tek mantıklı açıklama
da “neyse ya nazar çıktı” olacaktır, başka ne denir bilmiyorum. hayatta bazı
denklemlerimiz vardır. havuçlu kek sonbaharda yapılır, iyi bir insan olursak
öyle insanlarla karşılaşırız. çünkü biz birisine bile isteye bir kötülük
yapmıyorsak bir başkası da bize neden yapsın öyle değil mi? işte öyle değilmiş.
ama yine de kendimi tebrik ediyorum çünkü yirmi beş yaşıma kadar bu denklemi
sağlayan huzurlu bir hayat yaşadım. bir kere büyü bozulunca her şey gözümüze
kötü gözükmeye mi başlıyor yoksa bazen aksilikler üst üste mi gelir bilmiyorum
ama bazen ne olduğunu anlamlandıramadığım bazı olaylarla karşılaştığım bir
yıldı. önceden duyduğumda birkaç gün yas ilan edeceğim sözlere he öyle mi olmuş
iyi bakalım havalar da soğudu diyip geçiyorum. bazı unuttum sandığım cümleler
ara ara kafamda etrafı led ışıklarla çevrili bir tabelada yanıp sönüyor ama o
da olur bir kalbimiz var sonuçta. bu biraz başka bir şansım olmayışından biraz
da hayat başka türlü geçmeyeceğinden. e ne yapalım tecrübe oldu diyeceğiz,
büyüdük olgunlaştık diyeceğiz, yani hiç olmadı anı oldu der yolumuza bakarız.
sadece bazen yürüyememek, nefes alamamak ve bir de üzerine pudingin kıvamının
cıvık olması olayları arka arkaya gelir ve biraz yaşamayı beceremiyormuş gibi
hissedebiliriz.
yaptığım
bir kurabiyenin beğenilmesi, “bu renk yakışmış sana” iltifatı da güzel, evet.
ama düşüncelerime önem verilmesini, fikirlerimle var olma hissini daha çok
seviyorum. işte o zaman bana değer veriliyormuş gibi hissediyorum. üzerinden
zaman geçtiği için artık anlatılabilir bir anıya dönüştü bence,
üniversitedeyken bir çocuk arkadaşıma benim hakkımda biraz kültürlü birisi gibi
duruyor demişti. işte yıllardır o “biraz kültürlü” duruşun hakkını vermeye
çalışıyorum. interstellar filmi onuncu yılına özel tekrar vizyona girecek diye
bir tweet okumuştum, aaa dedim süper izlemediğim de bir film aralık ayında
kendi kendime güzel bir sürpriz yaparım, hatta ajandama bile yazdım vizyona
gireceği tarihi. ama tahmin edin ne oldu? elbette yaşadığım yerde sinemalarda bu
film yoktu. bende gereksiz inat ettim izlemeyeceğim o filmi, ama eminim yolumuz
bir yerde muhakkak kesişir onun da esir olduğu bir vakti vardır. bu yıl 33
film, 8 dizi, 2 belgesel izlemişim, belgeseller araya karışmış herhalde azıcık
bir şeyler öğrenmişim yanlışlıkla izlemiş olabilirim. 28 tane de kitap
okumuşum, allah bereket versin. izleyeceklerim ve okuyacaklarım konusunda
kendime hiç hedef belirlememiştim ama sonuca şöyle bir bakınca sıfırdan iyidir.
kendimi tek eleştireceğim nokta her şeye rağmen daha fazla kitap okuyabileceğim
fırsatım vardı ama dört kitaplık ince memed’i bitirdiğim için bu kısmı
görmezden gelebilirim. yılın enlerini de açıklayıp ödüllerini takdim
edebiliriz. seçim yapmanın en zor olduğu kategori ile başlayayım, en sevdiğim
film “la migliore offerta” oldu, çok güçlü rakipleri vardı ama tam kalbe
dokunan bir yanı vardı. burada en sevdiğim romantik komedi diye bir alt
kategori açmak istiyorum çünkü bence bunu hak ediyorum ve günün sonunda bu
yazıyı da ben yazıyorum kuralları istediğim gibi değiştirebilirim. galiba “13
going on 30” diyeceğim ama “the jane austen book club” da bir aklımı çelmiyor
değil öte yandan “27 dresses” de izlemesi çok keyifli bir filmdi başka bir
açıdan bakıldığında ise tamam şaka yapıyorum başka film ismi saymayacağım. en
sevdiğim dizi kategorisi de yine oldukça zor karar vermiş olsam da sanırım
“gilmore girls” diyeceğim, yedi sezon boyunca çok tatlı bir hikaye izledim.
hadi ikinci bir dizi daha söyleyebilirsin ya tamam derseniz “summer strike”
derim. aslında bir dizi daha var ama hem herkese hitap edeceğini düşünmüyorum
hem de zaten bitirir bitirmez seveceğini düşündüğüm kişilere koşarak önermeye
gittim. belgesel kategorisi beni hiç zorlamayacak zaten elimde pek bir seçenek
yok, direkt “never-ending man: hayao miyazaki” diyebilirim, miyazaki’nin
işlerini zaten çok seviyorum üretim sürecinin bir kısmına tanık olmak da çok
güzeldi. kitap kategorisi bence en az üç kitaplık bir listeyi hak ediyor ama
kendimi yine iki ile sınırlandırıyorum. “algernon’a çiçekler”, “aradığın şey
kütüphanede saklı” ve “koşmasaydım yazamazdım”. çok denedim ama iki kitap
seçemedim kusura bakmayın, bu sene okuduğum kitapların hepsi uzun uzun bahsedip
üzerine konuşmak istediğim türdendi aslında ama merak etmeyin o kadar kafa
açmayacağım. farkındaysanız okurlardan gelen “yazıları beşe bölüp okuyorum” ya
da “yazmaya bu kadar hevesliysen kalk kitap yaz bu kadar uzun yazı olmaz” gibi
geri dönüşleri ciddiye alarak oldukça geçiştirerek bahsettim, her şey sizler
için.
2024
nasıl geçti diye şöyle bir düşünüyorum. galiba başarısız, yetersiz, eksik ve
yanlış hissederek geçti. sanki hayatın estetiğini bozuyormuşum ve sorun
bendeymiş gibi. güzel şeyler de oldu ve oldukça şükrettiğim bir hayatım var o
kısmı baştan söyleyeyim. ama bazı olmamışlıklar böyle hissettirebiliyor. kendim
için alternatif bir hikaye düşünmemiştim, hikayenin akışı düşündüğümden çok
farklı ilerledi olduğum noktayı ana hikayede nereye konumlandıracağımı şaşırdım
ve oralarda bir yerlerde kayboldum. her gece boğuşulan yetersizlik hissi de
eksik olmasın baş köşedeki yerini kimseye kaptırmıyor, oldukça ısrarlı ve
kararlı. neyse birtakım ilerlemeler de kat ettim tabi. üç yıldır süren yüksek
lisans maceramı noktaladım mesela, yöktez’e adımı soyadımı yazınca çıkan bir
tezim var hatta sağda solda bir makalem bile var. arkadaş arasında bir konuda
çıkmaza düşünce bir saniye ben yüksek lisans yaptım biraz uzmanım diyerek
monopoly oynarken yaşadığımız sorunları çözüme kavuşturabiliyorum. ama bunun
şöyle bir eksisi oldu, bu derken yüksek lisans yapmış olmayı kastediyorum,
monopoly oynarken banka olduğum için insanları dolandırdığım iddiasından değil
yanlış olmasın, ki öyle bir şey yapmamıştım kayıtlara bakılabilir haksız yere
mal varlığıma el konulmuştu da neyse büyüklük bende kalsın geçen sene yaşanan
bu mevzuyu uzatmayacağım. tıpkı uno oynarken bana kumpas kurulan ve ortadaki
bütün kartları çekmek zorunda kaldığım o akşam olduğu gibi oldukça olgun bir
şekilde karşılayacağım bu durumu da. mesela iş başvurusunda bulunuyorum bir
okula “aaa ama yüksek lisans da yapmışsınız maaş beklentiniz yüksek olacaktır”
deniliyor. yanlış anlaşılmasın okulu üzerime yapın, bir araba verin, haftada
iki gün uğrarım falan da demiyorum, cumartesi gün bile gideceğim iş için asgari
ücret ve tam yatan bir sigorta beklentim var sadece. dur bakalım bir sonraki
sefere her ay iki öğrencinin okula verdiği ücreti ben alırım falan diyeyim
biraz şaşırtmacalı olsun, belki ne oluyor ya derken beni yanlışlıkla işe
alırlar. üzerinden biraz zaman geçmişken ve olayın muhatapları ile hiç denk
gelmeyeceğim için bu olayı da anlatabilirim bence. bir aile büyüğümüz beni
birisi ile tanıştırmak istediğini ama hem kendisinin hem ailesinin benden biraz
çekindiğini söylemişti. birisinin benden çekinmesi ve üstelik bu kişinin beni
hiç tanımadan böyle düşünmesi çok komik ve biraz da tuhaf geldi. meğer “biraz”
okumuş etmiş birisi olduğum içinmiş. görüyorsunuz ya, iş hayatında da aşk
hayatında da okumuş olmak bazı şeylerin önünde hep engel olabiliyor. her neyse
2024 değerlendirmesi diyordum, ben bu yıla kadar bir japon yapıştırıcısı
aldığımızda hemen açıp kullanabiliyoruz diye düşünüyordum, çünkü kapağını açmak
dışında neden ekstra bir uğraş gerektirsin değil mi? neyse geçen gün bir iş
için lazım olmuştu aldım eve geldim kutusunun içinden bir de raptiye çıktı ama
anlam verememiştim. ters çeviriyorum sıkıştırıyorum kutuyu ama yok mümkün
değil, bir damla yapıştırıcı dökülmüyor. ne kadar süre geçtiğinin bir önemi yok
ama daha hiç japon yapıştırıcısı koklamadığım halde beynimin çok da
çalışmadığını anlayacağım kadar bir süre geçtikten sonra diyebilirim, kutunun
içindeki raptiyeyi süs olarak koymadıklarını ve ucuna bir delik açmam
gerektiğini fark ettim. görüyorsunuz, hayat sürprizlerle dolu. burada da
raptiyeyi ne kadar bastırsam da o ucunu bir türlü delemiyor olmam sorunu
karşıma çıktı. hatta raptiyeyi bir elimle tutup yukarıdan kalın bir kitapla
çekiç gibi vurarak ucunda bir delik açmaya çalıştığımı da söylersem sanırım
çaresizlik anım gözünüzün önünde daha net canlanacaktır. ilerleyen dakikalarda
ucunu biraz kesme fikri aklıma geldi ve o gün içerisinde düşündüğüm en mantıklı
şeydi, artık nasıl bir gün geçirdiğimi siz hayal edin. ucundan bir parça kestim
ama hâlâ yapıştırıcı damlamıyordu. ben de en başından yapmam gerekeni yaparak kapağını
kapattım, raptiyesi ile birlikte kutusuna koydum ve odamdaki “kendine yer
bulamayanlar” adlı oldukça kalabalık ve bir girenin bir daha çıkamadığı o
çekmeceye kaldırdım. artık orada sonsuza dek asla kullanılmadan huzur
içerisinde yaşayabilir. bana uluslararası çapta bir kriz yaşatan japon
yapıştırıcısı olayından da hareketle söyleyebilirim ki bu sene her yolu
denediğimden emin olduktan sonra olmayanı bırakmayı öğrendim. çünkü bir noktada
durup kendimizi yıpratmamak da bir ihtiyaçmış. japon yapıştırıcısının ucunu
açmanın çok kolay bir yolu varsa da lütfen yazıyı okuduktan sonra bunu bana
söylemeyin o kadar ders mers çıkardım o bari boşa gitmesin. bu yıl monopoly’den
sonra en çok tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamışçılık oynadım. bazı
konularda en beklediğim kişilerden bazı destekleri göremedim, ben de “hıh
tavşana dağ mı yok sanki” dedim kendi kendime. o orada öyle söylediğimle kaldı.
önceden yani daha gençken ben zannediyordum ki mesela birisi ile x konusunda
sorun yaşadık, o konu üzerine konuşulmalı haksız olan taraf özür dilemeli ve
sonrasında barışılmalı. benim tarafımda süreci böyle işletmeye çalışsam da
karşıdan beklenen ilk adım gelmediği zaman, ya da karşı taraf sorunu görmezden
gelip iletişime devam ettiği zaman tavşanın da dağla konuşmaya devam etmekten
başka çaresi kalmıyor çünkü hayatın olağan akışı ya da akamayışı bu şekilde.
ben yine de bir sorun varsa üzerine konuşulması taraftarıyım ama her taraftarın
yüzü gülecek diye bir şey yok mesela fenerbahçe taraftarları bana bu konuda hiç
yalnız hissettirmiyor. bu aralar arkadaşlarım gelinlerin tatlı telaşı modlarını
açtılar, evlilik hazırlıkları yapıyorlar ve bende ister istemez bu tarz şeyler
hakkında bilgi sahibi olmaya başladım. geçen bir yemek takımı beğendim
arkadaşıma atmıştım tam aradığı tarzda bir şeydi, güzel ama bu makinede
yıkanmıyor dedi. size de saçma geliyor değil mi, bir tabak üretmişsin içinde
yemek yenecek kirlenecek ama bulaşık makinesine koymak için uygun değil. çünkü
zaten herkes evinin önündeki dereye inip bulaşıklarını orada yıkıyor. hiç
cinsiyetçi bir tavır sergilemek istemem ama bulaşık makinesinde yıkamaya uygun
olmayan tabak üretme fikri yalnızca bir erkekten çıkabilirmiş gibi geliyor
bana. yok eğer bir kadının fikriyse boşluğuna gelmiştir herhalde insanlık hali
ne diyelim. işte bu yıl bazen bulaşık makinesine girmeyene o tabak gibi
hissettim. varlığımın bir anlamı yokmuş gibi, üzerinde oturduğum sandalye beni
hüp diye içine çekse dünyada hiçbir şey değişmezmiş gibi geldi. var oluşumun
neye tekabül ettiğini tam olarak zihnimde bir yere koyamadım galiba. evet zaman
zaman işe yaramaz hissetmiş olabilirim ama her şeye rağmen rabbim beni bulaşık
makinesinde yıkanamayan bir yemek tabağı olarak da var edebilirdi bu halime de
çok şükür. bu yıl gecenin on ikisinde bana patatesli poğaça yaptıran bir yıldı.
patatesli poğaça ile dava sürecindeyiz detay veremiyorum ama ilgili yazıya
buradan ulaşabilirsiniz, hatırlatmak amacıyla benim kimsenin patatesli poğaça
sevmiyor sanmam ve aslında oldukça sevilen bir ürün olduğunu fark etmemle başlayan
bir olaydı. her şeye rağmen ve her şeyle birlikte sevdiğin insanlar için o
patatesli poğaçayı yapabiliyor olmak harika bir nimet ve yılın bu kısmına
odaklanmak, böyle hatırlamak istiyorum. yine de insan ablası patatesli poğaça
fikrini saçma buluyorum hamurun içinde hamur varmış gibi geliyor dediğinde “yo
ben seviyorum gayet güzel hep ondan alıyorum hatta” falan dememeli gibi geliyor
bana ama olsun abla yüreği bunu da kaldırır, kalkıp hamur yoğurur ve patatesli
poğaçayı yapar. bundan sonra hayatıma alacağım insanlar için bir turnusol
olarak kullanabilirim aslında bunu. merhaba patatesli poğaça hakkında ne
düşünüyorsunuz diye söze başlayıp "severim" cevabını aldığımda benim bir işim
çıktı acil diyebilirim. bu kadarına hakkım olmalı.
avm’lere gelen ve benim bayıldığım yeni yıl ruhundan hareketle söyleyebilirim ki öyle ya da böyle bitirdik bu yılı da. ocak ayından bu yana bit artık 2024 diyordum, hayaldi gerçek oldu. öngörüsüne çok güvendiğim bir arkadaşım senenin başında bu sene aşkların en güzelini yaşayacağımı iddia etmişti ama ucundan kıyısında bile geçmedim, e tabi insanlık hali arada yanılması normal o da bana denk gelmiş diyelim. ben zaten her zaman sonu tek sayı ile biten yılları daha çok sevmişimdir o yüzden 2025 daha makul hissettiriyor, yani sanki tam anlamıyla olması gereken bir yılmış gibi. hani bazı film sahneleri vardır sağda solda denk geliriz ve uğruna o filmi izleriz ya. bazen film kötü çıkar bazen hiç ummadığın kadar iyidir. hayat da uğruna film izletecek yani yaşanmaya değecek sahnelerle dolu. film her zaman akmıyor olabilir ama ben romantik komedi insanıyım, inişleriyle çıkışlarıyla filmin tatlı bir sonla biteceğine inanmak benim kanımda var. belki bu sene masasının üzerinde sadece çalıştığı şey olan, sağdan soldan alakasız şeylerin çıkmadığı o kişi olurum. bir yıldır tamirciye götürmeyi ertelediğim veya unuttuğum o saati de öyle kullanacağımı kabullendim. günde iki kere doğruyu göstermesi yetiyor bana, o da bana 2024 yılının hatırası olarak kalsın. görüyorsunuz ya bir şeyleri romantize etmek hayatı nasıl da kolaylaştırıyor, bir anda saati tamire götürme stresinden kurtardım kendimi ve buna ek olarak bu saat niye bozuk diyen olursa anlatacak bir anlam yükleyiverdim. bir de acilen her şeyin fiyatını kahve fiyatına endekslemeyi bırakmam lazım. bir şeye bakıyorum ve diyorum ki aman bir kahve parası ya, ve bu fiyat skalası yüz iki yüz arası değişiyor. böyle bir ölçü birimi olduğunu düşünmüyorum ve maddi olarak hiç de yardımcı olmuyor özellikle kendi paranızı kazanmıyorsanız. bu arada blogdaki yüzüncü yazım olacak bu yazı. hayır o kadar yazı yok burada diyebilirsiniz, bir de sadece benim okuduğum kısım var ama onu karıştırmayalım hayırlı olsun diyelim. bu yıl sevilebilir birisi olmaktan ziyade daha çok tahammül edilebilir bir insandım yani en azından kendime böyle hissettiriyordum, sabırla bunu yapan herkese de teşekkürler. tekrar gerçekten bir şey yazma motivasyonum olduğunda görüşürüz. ya da seneye görüşürüz diyelim işte.
Ne kadar sakar olup düşsen de ne kadar hırsız olup monopolyde para çalsan da ne kadar...
YanıtlaSilİyi ki bu yıl da bizimleydin.
Bir bakmışsın yıl bitmeden tekrar kokinan olur :)
belki de 🌞
SilSen dünyada en son "tahammül" kelimesiyle anılacak kişilerden birisin, elbette bana göre, yani geri kalanlar ne düşünür o kadar umrumda değil ki. Bazen umduğumuz gibi gitmez bazen ummayız ama öyle gider, hayat böyle sanırım alışıyoruz. 2024'te yine bir kez daha iyi ki varsın hayatımda, 2025 için de şimdiden söylemiş olayım, iyi ki varsın canum 💕
YanıtlaSil💗
SilFener taraftarı da hep güler sen de hep gülersin inşallah. Kalemine sağlık
YanıtlaSilhepimiz güleriz inşallah, teşekkürler 🤘🏻
SilŞimdi kıskandım işte. Kimmiş o "pelerinsiz kahraman" Bilseydim bu kadar kokina hayranbı olduğunu, kredi kartlarını ödemek yerine bir avuç diken gönderiridim. Tüh!!
YanıtlaSilyıl bitmedi hâlâ vaktin var bunun için 🌟
Sil