tamam ben halledeceğim o işi şubatın otuzunda

 

yalan yok, bu ay hiçbir şey yazasım yoktu. ama bir kere her ayın sonunda bir şeyler yazacağım dedim ya, konu bir anda kendime verdiğim sözleri tutmamama falan gelince o bilgisayar mecbur açıldı. olanca gönülsüzlüğümle yazdığım için bu yazı size hiçbir şey vadetmiyor. öncekiler çok mu şey vadediyordu sanki derseniz size sadece haklısınız diyebilirim.

“o halde gizemli kesişmelerin (anna, vronski, gar ve ölümün ya da beethoven, tomas, tereza ve konyağın bir araya gelmeleri gibi) büyüsüne kapıldığı için romanı kınamamalı; asıl, gündelik yaşamındaki bu tür kesişmeleri göremediği için insanoğlunu kınamalı. çünkü böylelikle yaşamını güzelliğin bir boyutundan yoksun bırakmaktadır insanoğlu.”

varolmanın dayanılmaz hafifliği. son zamanlarda ismiyle bu kadar zıt düşen bir kitap okumamıştım. yani en azından kitabın bendeki karşılığı buydu. işte bu yüzden aynı kitabı birkaç farklı kişiyle birlikte okuyup üzerine konuşmayı çok seviyorum. çünkü hepimiz için apayrı anlamlar içeriyor. kitapta var olmak bence epey ağır bir şeydi. birkaç farklı kişiden bahsediyordu bize ve hepsi de olması çok yorucu karakterlerdi benim için. belki kitabın geçtiği dönemin savaş havasından dolayı da böyle hissettiriyor olabilir ama hafiflikten ziyade bir boğuculuk hakimdi. kitapta en sevdiğim kısım hayatımızdaki birtakım kesişmelerin güzelliğinde bahsettiği alıntıladığım kısımdı. büyüdükçe bu kesişmelere hâlâ anlam yüklüyor olmak bazen biraz çocukça hissettiriyor ama ben demiyorum koskoca yazar diyor bir yerde yetkili merci yani. o gün merdivenleri çifter çifter inerken son bir merdiven basamağının daha kalması ve bitirişi çift yapamamak, sabah saate ilk baktığınızda son rakamın beşten büyük ya da küçük olması, o gün durakta karşılaştığım kişinin ceketi, bir anda çalan o müzik. ama en sevdiğim bir filmi izlemek için, bir kitabı okumak için işaret beklemek. hepsi çok alakasız şeyler ama aslında dikkatimizi çekmeyecek bir şeyin mesela arkadaşım sarı kedileri çok sevdiğini söylediği gün benim sapsarı bir kedi görmememin bir anlamı olduğuna inanmak tuhaf ya da gereksiz mi? bence değil. evet belki o kediyi dün de gördüm ama arkadaşımın söylediği şeyden sonra da görmüş olmam tatlı bir olay değil mi? tatlı şeylere de anlam yükleyebiliriz, kazandibine bile anlam yüklemiştim hatırlarsanız.

jung’un bollingen kulesini duymuş muydunuz? (beş dakika önce öğrendiği bilgiyi hayatını buna adamış gibi sunan blogger tonlaması ile okuyunuz.). jung diyor ki benim freud’u geçmem lazım, daha bilgili olmam lazım, daha çok çalışmam lazım. bunun için bollingen’de kendisine minik bir çalışma alanı inşa ettiriyor. bu çalışma kulesinde uzun saatler inzivaya çekiliyor ve tamamen odaklanarak çalışabiliyor. kendimi ejderhanın koruduğu en yüksek kulenin en yüksekteki odasına kapatmaktansa jung’un bollingen kulesine yerleşme fikri de o kadar kötü değildir belki. kitapta odaklanma becerimizi mahvettiğimizden ve geri dönüşü güç hasarlar verdiğimizden bahsediyordu. bu arada kitabın ismini söylememişim, pürdikkat. aslında bu kısmı düzenleyip önce kitaptan yazarından falan bahsetsem daha şık olabilir belki ama böyle de kitap tanıtılabilir herhalde, zaten kitap tanıtımı da yapmıyorum sadece hoşuma giden bir kısımdan bahsetmek istemiştim. bir de bu kitapta ilk defa dijital detoks yerine kullanılan “internet şabatı” ifadesine denk geldim. nasıl şabat günü tanrıya ibadet için ayrılıyorsa aynı şekilde haftada bir gününü teknolojiden uzak geçirmek yani. bu ifadeyi kim bulduysa tebrik ediyorum literatüre şöyle metaforik bir katkım olsun çok isterdim. “derinlemesine yaşanan bir hayat, güzel bir hayattır.” diyor kitapta, ben birkaç aydır hayatımın derinliğini yitirdim gibi hissediyorum, birçok şey yüzeysel geliyor. sabah oluyor akşam oluyor ve yine benzer şeyler. hayatın tatlı bir heyecanı olur hani, her günün bitimi damağımızda hoş bir tat bırakır. hemen ertesi güne geçeyim de kaldığım yerden devam edeyim dersiniz. ben birkaç aydır bunu demiyorum ve nasıl geri alabilirim bu yeteneğimi bilmiyorum. hayat elimizden bu şansı bir kere alınca tamamen yitiriyor muyuz yoksa hâlâ bir umut var mıdır yaşayıp göreceğiz.

            kitap okurken sayfanın sonunda eğer cümle yarım kaldıysa sonraki sayfaya geçmeden önce cümle hangi kelime ile devam edecek oyunu oynuyorum. tahminlerim de isabetlidir genelde, işte insan hayatta en azından bir tane şeyde iyi olacak. keşke cv bırakma seferlerine çıkmadan önce bunu da yeteneklerim kısmına ekleseydim. daha önce hiç cv bırakma seyahatine çıktınız mı bilmiyorum ama genelde cv bırakıp kurumun kapısından çıktığınız an itibariyle az önce bırakmış olduğunuz üzerinde bilgileriniz yazılı olduğu kağıdı en iyi ihtimalle top yapıp çöp kutusuna basket atmaya çalışacaklarmış gibi hissediyorsunuz. ama bu sefer gittiğim yerlerden birisinde müdür karşıma geçti, elimi sıktı, oturdu benimle beş dakika kadar sohbet etti, bir iki minik övgü bile çıktı ağzından baya bildiğiniz insan yerine kondum çok tatlı ve beklenmedik bir anıydı. hatta bir sonraki kurumda cv bıraktığım sekreter oldukça güleçti ve inşallah sizi alırlar işe dedi, yani muhtemelen herkese diyordur ama o minik cümle bile o süreçte insana iyi hissettiriyor. neyse sağı solu dolaştım elimde son bir cv kalmıştı, en yakın etüt merkezi neredeymiş diye konumuna baktım, binaya ulaştıktan sonra dört kat merdiven çıktım ve o apağır kapılarını açarak sekretere ulaşmaya başardım. kadın yani ihtiyacımız yok ama belki bir ihtiyacı olan vardır ilgili yerlere iletiriz diyerek aldı elimdeki kağıdı. ama ikimiz de o dört katı boşuna çıktığımızı biliyorduk zaten, maksat elimde çantamda cv ile eve geri dönmemekti ve evet bunu da başarmış oldum. al sana günün sonunda bir başarı daha.

yirmilerin sonuna yaklaştıkça ya da en azından yirmilerin başından adım adım uzaklaştıkça ben olarak yaşamaya sanki daha dün başlamışım gibi kendimle ilgili yeni farkındalıklar yaşıyorum. sadece kendimle ilgili değil hayatla ilgili farkındalıklarım da artıyor. e bir zahmet artık, zaten büyümek de böyle bir şeydir aynı yerde sayıp durmanın bir manası yok. ama bu durum hayatın beyazdan griye geçiş aşamasının sancılı olmadığı anlamına gelmiyor tabi. mesela önceden de salak yerine konduğunuz anları fark ediyorsunuz ama yaş aldıkça bu fark edişler daha rahatsız edici hissettirmeye başlıyor. bu arada sizin de dikkatinizi çekmiştir diye düşünüyorum. bu inşallah, maşallah, münasip olurlar sadece kız çocuklarına işliyor. erkeklerin üzerinde görünmez bir kalkan var onları bu toplumsal baskıdan koruyan. neyse bunların hepsi müstakil olarak ele alınacak, tek tek konuşulacak şeyler onu bir ara muhakkak yapalım. şimdiden hepimize hayırlı ramazanlar, maddi manevi aydınlanmalar yaşadığımız ve kalbimize iyi gelen güzel anılarla dolu bir ramazan olur inşallah hepimiz için. ramazanın bu hallederizci yeniden başlangıç ruhuna bayılıyorum.

Yorumlar

  1. Devamı gelecek diye beklediğim, hayır bu kadar kısa değildir ya, daha vardır şokuyla sayfanın sonuna ulaştığım o yazı. Hayat da bazen böyle yarım kalmışlıklar barındırıyor bence. Yine de bu öncesinde tamamlanan ve sonrasında tamamlanacak olanları değiştirmiyor. Bazen yarım kalması gerekiyor demek ki. Ramazan bereketiyle ve huzuruyla hayatlarımıza işler inşallah. Mart ayında dolu dolu birkaç yazını okuyacak olmak beni şimdiden epey heyecanlandırdı, seni severim, hep 💕

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. aaaaaa hep diyorsunuz çok uzun oldu diye bu sefer kısa kestim :D 💖

      Sil
    2. Sonsuzluğa kadar yazsan yine okurum şahsen ben 🤝🏼

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

balığın batması ve yan gitmesi hakkında bazı mülahazalar

arkadaşın ne yapıyorsun dediğinde hiç öyle bildiğin gibi aynı şeyler evdeyim deme yarışına katıldın ama rakibin benim

“alo iyi günler ben potansiyelimi harcamak istiyordum da nereye başvurabilirim? evet evet tek çekim olacak hepsini harcamak istiyorum.”