Kayıtlar

arkadaşın ne yapıyorsun dediğinde hiç öyle bildiğin gibi aynı şeyler evdeyim deme yarışına katıldın ama rakibin benim

Resim
  her şey babamın eve yaşamadığımız bir yere ait bir imsakiye getirmesi ile başladı. başka bir ilçeye ait olduğu için ezan vakitlerinde birkaç dakikalık bir sapma oluyordu. anlayacağınız bu sene imsakiyesiz kaldık, yirmi altı yıllık ömrümde bir ilkti. hadi duvar takvimlerinin hayatımızdan usulca kayboluşuna alışmıştık. ama imsakiyenin de bir anda hayatımızdan çıkmasına hiç hazır değildim. her gün iftar sonrası bulaşığı topladıktan sonra o günün üzerini fosforlu kalemle çizmek, imsakiyeye şöyle bir uzaktan bakıp “ne çabuk geçti ramazan” demek, sahur saatinin geriye iftar saatinin ileriye gidişini doğa üstü bir olaymış gibi izlemek ve başından sonuna tuttuğumuz orucun süresinin ne kadar uzadığını hesaplamak gibi rafine zevklerimin hiçbirisini yaşayamadım. evet bunların hepsi bir imsakiyeye bağlıydı. imsakiyenin o çabasızlığını seviyordum. hani sağda solda her zaman bir yerlerde olur, bir markette camide herhangi bir yerde muhakkak dağıtılırdı. imsakiyeye ulaşmak için çabalamazdık y...

tamam ben halledeceğim o işi şubatın otuzunda

  yalan yok, bu ay hiçbir şey yazasım yoktu. ama bir kere her ayın sonunda bir şeyler yazacağım dedim ya, konu bir anda kendime verdiğim sözleri tutmamama falan gelince o bilgisayar mecbur açıldı. olanca gönülsüzlüğümle yazdığım için bu yazı size hiçbir şey vadetmiyor. öncekiler çok mu şey vadediyordu sanki derseniz size sadece haklısınız diyebilirim. “o halde gizemli kesişmelerin (anna, vronski, gar ve ölümün ya da beethoven, tomas, tereza ve konyağın bir araya gelmeleri gibi) büyüsüne kapıldığı için romanı kınamamalı; asıl, gündelik yaşamındaki bu tür kesişmeleri göremediği için insanoğlunu kınamalı. çünkü böylelikle yaşamını güzelliğin bir boyutundan yoksun bırakmaktadır insanoğlu.” varolmanın dayanılmaz hafifliği. son zamanlarda ismiyle bu kadar zıt düşen bir kitap okumamıştım. yani en azından kitabın bendeki karşılığı buydu. işte bu yüzden aynı kitabı birkaç farklı kişiyle birlikte okuyup üzerine konuşmayı çok seviyorum. çünkü hepimiz için apayrı anlamlar içeriyor. kitap...

“alo iyi günler ben potansiyelimi harcamak istiyordum da nereye başvurabilirim? evet evet tek çekim olacak hepsini harcamak istiyorum.”

türk dil kurumu 2024 için yılın kelimesini “kalabalık yalnızlık” olarak belirlemişti ama benim için yılın kelimesi potansiyeldi. üstelik tek kelime, öyle yılın kelimesi diyip iki kelimelik bir kelime de seçmedim. bence hepimiz bu kelimeden çok sıkıldık. “potansiyelini harcıyorsun”, “potansiyelinin üzerinde/ altında”, “o işin potansiyeli yok”, “potansiyelsiz birisi” gibi uzayıp gidiyor bu liste. insan bir durup “ne potansiyelmiş be” diyor. bu konfor alanında kalmak ve potansiyelini harcamak konusu biraz abartılıyor gibi gelmeye başladı artık. her zaman söylendiği gibi, konforlu yeri neden terk edeyim? birimiz için harcanmış ve potansiyelinin altında kalmış bir hayat bir diğerimiz için yaşaması en huzurlu hayat olabilir. ve bence bu hayatı bedenen ve ruhen huzurlu olmaya çalışarak geçiriyoruz. babam geçen gün bir futbolcunun kadın hakemin kararını beğenmediği için “mutfaktan çıkmamalıydın” dediğini ve bunun için ceza aldığını söylemişti. ilk başta bu cinsiyetçi tavrını yanlış bulmuştum...

balığın batması ve yan gitmesi hakkında bazı mülahazalar

Resim
uzun zamandır yani yaklaşık üç aydır bir word dosyası açıp da bir şeyler yazmadım yazıya nasıl giriş yaptığımı da unutmuşum ama selam. son birkaç yıldır ayda en azından bir yazı yazmaya çalışıyordum, yani paylaşmadıklarım da oluyordu elbette ama kenarda köşede de olsa bir şeyler yazmış oluyordum. o birkaç yıllık rutinimi bozdum ve ilk defa bu kadar uzun süredir yazmaya ara verdim. hem yazacak bir şeyim yoktu hem de neyi nasıl ifade etmem gerektiğini bilemedim galiba biraz da. bilirsiniz, ufak tefek yazar şımarıklıkları işte. bu arada bu yazıyı masamın üzerinde vazoda duran kokinalarım ile birlikte yazıyorum. ben çalışma hayatına ilk girdiğimde ki iki yıl kadar oluyor, bu aylarda kendi kazandığım ilk parayla kendime kokina almıştım. çiçekçiye girdiğimde dikkatimi çekmişti öyle kırmızılı yeşilli çok güzel görünüyordu ve daha önce de hiç bilmiyordum böyle bir çiçek olduğunu, sosyal medya kullanmadığım bir dönemmiş demek ki. o yıl ve ondan sonraki yıl yani geçen sene kendime kokina almıştı...

şarkıda da dediği gibi simple thing where have you gone ya da başıma neler geldi sana diyemedim beni kaç kere vurdular adını söylemedim

Resim
  “eylül toparlandı gitti işte, ekim filan da gider bu gidişle” demiş şair ama o eylülün nasıl toparlanıp gittiğinden hiç bahsetmemiş. şairler böyle biraz gizemlidir zaten ama ben şair olmadığım için eylül ayının geçip gidişinin içeriğinden sizlere bahsedebilirim biraz. bir kere her şeyden önce eylül kış hazırlığı koşturmacası ayıdır. eylülü daha bir yıl öncesine kadar yeni eğitim öğretim döneminin başlangıcı sayardım, inan hiç beklemediğiniz anda okulsuz kalıyorsunuz. her neyse ben yeni gündemim olan kış hazırlıklarına geri döneyim, bir kere tartışmasız bu ayın kraliçesi domates sosudur. bolca özen, sabır, yıkanması gereken dev tencereler ve ocağa duvara her yere sıçrayan domates lekeleri içerir. kimileri belki salça yapımı dururken domates sosu da neymiş diyebilir ama o konuda bir malumatım yok, hiç evde salça yapmadık ve ev yapımı salçanın tadını da doğru bulmuyorum zaten. avrupa yakası 44. bölümde mürvet “salçamı reçelimi de dışarıdan alamam artık” derken aslı’nın şaşkınlıkla “...

biz, kabarmayan ve kalıba yapışan kekler ülkesiyiz

Resim
  inanılmaz bir şey oldu. bir gün dolabı açtım, ne yesem diye bakındım ve zeytin yemeye karar verdim. tamam yeşil zeytindi ama onu bile o kadar uzun zamandır yemiyordum ki. sadece canım o an zeytin yemek istedi ve benim canım hiçbir zaman böyle bir şey istemezdi. insan yaşlandıkça değişiyor derlerdi de inanmazdım, canlı canlı şahit oldum bu olaya. üzerimde bir zeytin acemiliği var yalnız, yıllardır yememiş olmanın verdiği çatalla bir türlü zeytini yakalayamama acemiliği. bu arada yaşlı demişken buradan otobüs üreticilerine ve tasarımcılarına seslenmek istiyorum: yaşlılar ters koltuklara oturmak istemiyor ve otobüslerde gençlerden çok yaşlılar olduğu için bu büyük bir sorun haline gelmeye başladı. yola bakmayan ters koltuklarla aralarında ne gibi bir husumet var tam olarak bilmemekle birlikte lütfen yetkililer bu soruna bir çözüm bulsun. belki o koltuklara oturunca karşıdaki insanla göz göze gelme olayını sevmiyorlardır, bunu makul bulabilirim. bir diğer modern zamansal derdim ise...

mevcut bir hayat inşa etme krizi ortasında görülmek ya da duygusal boşluğumuzu iyi yönetemediğimiz süreçten geçiyor olmak

  evet sonunda üç yıldır asla gelmeyeceğini düşündüğüm o gün geldi çattı, tez savunması günü. insan bu hayatta beş kere evlenebilir ama bence “hayatta bir kere yaşanan bir şey” diyeceğimiz şey yüksek lisans tez savunmamız olabilir. yani en azından beni için böyle, birden çok kez evlenebilirim bunun garantisini vermiyorum ama bir daha yüksek lisans yapar mıyım? bence yapmam. bu sebeple sadece yakama çok sevdiğim birisinden hediye gelen ayçiçekli broşumu iliştirmek ve tüm bu hengamenin keyfini çıkarmak istedim. yalan yok heyecan vardı biraz ama “ay şu ne olacak bu eksik miydi” diye düşünüp stres yapmak istemedim. sadece savunma tarihi alabilmem için makalemin gönderdiğimiz dergiden kabul alması gerekiyordu. cuma her şeyin son teslim tarihiydi perşembe akşam bana büyük bir sürpriz yaparak makalemi kabul etmeye karar verdiler. son anına kadar unutulmaz bir anı olsun heyecan hep dorukta olsun diye böyle bir yol izlediler sanırım. tez savunmama geçmeden makaleye düzeltme verme dili ve ...