insan/ eşref-i mahlûkattır derdi babam/ bu sözün sözler içinde bir yeri vardı/ ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman/ bu söz asıl anlamını kavradı.
anna karenina/ anna karenina:
‘bütün mutlu aileler birbirine
benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir.’ diye başlar kitap.
anna evliliğinde mutsuzdu, aşk
yoktu. ve vronsky ona aşıktı. hiç kolay olmuyor ama çocuğunu bile geride
bırakıp gidiyor vronsky ile. gel gör ki anna bir süre sonra vronsky’nin
sevgisinin azaldığını hissediyor. ‘aile hayatında herhangi bir girişimde
bulunmak için ya eşler arasında tam bir geçimsizlik ya da sevgiye dayalı bir
anlaşma gereklidir. eşler arasında ilişkilerin belirli olmadığı ve ortada ne
bir geçimsizliğin ne de bir anlaşmanın bulunmadığı zaman ise hiçbir işe
girişilemez. pek çok aile sırf aralarında ne tam bir geçimsizlik, ne de bir
anlaşma olmadığı için eşlerin her ikisinin de nefret ettiği eski yerlerinde
yıllarca kalır.’ vronsky ve anna için de hayat çekilmez bir hâl almaya
başlamıştı. anna vronsky'i kıskanıyordu. ‘onu başka herhangi bir kadından
değil, sevgisinin azalması yüzünden kıskanıyordu.’ anna vronsky’i cezalandırmak
istedi. bu şekilde vronsky’in kalbinde kendisi için yeniden bir sevgi uyanacaktı,
ve bunun tek yolu da ölümdü.
tolstoy’a göre de anna ölmeliydi.
çünkü evliyken başkasına aşık olmuştu. yaptığı yanlıştı ve bir şekilde
cezalandırılmalıydı.
anna peronda yürürken aklına
vronsky ile ilk karşılaştıkları gün raylara düşüp ezilen adam geldi ve ne
yapacağına karar verdi: kendisini tren raylarına bıraktı. son anda vazgeçer gibi
olmuştu sanki ama çok geçti.
anna da böyle olsun istemezdi.
sevgili anna, tam o anda tren garında olup atlamadan hemen önce seni kolundan tutup çekmek, bir kez sarılmak
isterdim. eğer biraz olsun içini huzur kaplayacaksa vronsky senden sonra
yıkıldı, pişman oldu.
genç werther’in acıları/ werther:
‘büyük kentin yarattığı ruhsal
çöküntüden doğaya kaçarak wahlheim’e yerleşen aydın bir gençtir’ yazıyor kitabın
arka kapağında werther için. oysa bu küçük yerde daha büyük acılar çekecekti.
tek taraflı bir aşk hikayesinin içinde buluyor kendisini. belki lotte’nin de
ona karşı ilgisi vardı ama daha önce verilmiş bir söze sadık kalarak albert ile
evlendi. sonrasında werther’e artık görüşmelerinin uygun olmadığını söyledi.
werther buna katlanamadı. ve lotte’ye
bir mektup yazdı ‘ölümün coşkusunu duyuracak olan soğuk kabzaya elimi
değdirmekten korkmuyorum artık. onu bana sen uzattın, ben asla tereddüt
etmiyorum.’ dedi ve yaşamına son verdi.
werther, senin hakkında ne
hissetmem gerektiğini bilmiyorum. bazen diyorum ki sen de amma abartmışsın,
değer miydi? ama bazen de sanki seninle beraber ben de o tabancayı şakağıma
dayıyorum.
bir süre yere paralel gittikten
sonra/ başak:
başak’ı anlatmadan önce kitaptan
bahsetmek istiyorum biraz. sizde hangi hisleri uyandırır bilemiyorum ama bende
nerede okuyor olursam olayım bir yere uzanıp dizlerimi karnıma çekip kıvrılarak
uzanma isteği uyandırıyor.
bir intiharın çevresinde birleşen
insanları anlatıyor. başak apartmanda girip çıkarken karşılaştığımız,
günaydınlaştığımız, gülümseştiğimiz bir komşu kızı sanki. ama o son gülümsemesi
içten değilmiş demek ki ‘ ve ben bir adım atarak korkuluğa yaklaşacağım,
saçlarımı balkondan aşağı sarkıtacağım, kendimi
boşluğa bırakacağım. yolda karşıma iyi niyetli biri çıkacak ve soracak
olursa, aşağıdaki insanları gösterip, bir süre yere paralel gittikten sonra
onlara anlayamayacakları şeyler anlattım, diyeceğim. öyle olsun.’ ve öyle oldu.
başak’ın abisi umut’a ve annesine bunu
yapma hakkı yoktu bence. çünkü benim bile kalbimi kırdı. artık hayal dünyamdaki
apartmanın kapısında hiç başak’la karşılaşamayacağım. başak hiç anahtarını
unuttuğu için benim zilimi çalmayacak. ben başak’a hiçbir zaman yere paralel
gidiyor olma hissine aşina olduğumu anlatamayacağım.
hamlet/ ophelia:
buna tam olarak intihar denebilir
mi ya da üzüntüden ne yaptığını bilememe hali mi demeliyiz emin olamadım.
ophelia’nın babası öldürülüyor. hem de kendisine ‘inanma istersen yıldızların
yandığına/ güneşin döndüğüne inanma/ doğrunun ta kendisini yalan bil/ ama seni
sevdiğime inan ophelia’ dizelerini yazan hamlet tarafından. sonrasında
hamlet’in soğuk ve kaba davranışları babasını kaybetmiş olmanın acısıyla
birleşince ophelia’nın delirdiğini düşünürler. gerçekten delirdi mi yoksa
bilinçli bir intihar mıydı bilemiyorum. ophelia ölümüne giderken çiçekler
topluyor. altından bir ırmağın aktığı söğüde tırmanırken ‘kıskanç bir dal’
kırılıveriyor. ophelia tüm o çiçeklerle düşüyor ve boğularak ölüyor. ‘ve
ophelia düşmüş bütün çiçekleriyle/ gözyaşları içine ırmağın/ etekleri açılıp
yayılmış da sulara/ bir süre kalmış ırmağın üstünde denizkızı gibi.’
millais’nin ophelia ismini verdiği tablosuna bakarsanız eğer bu sahne
zihninizde çok daha güzel canlanacaktır. hiç direnmeden şarkılar söyleyerek
gidiyor ölümüne, ‘bunlar yaban gülleri, al da hatırla beni! sevgilim, unutma
beni! bunlar da hercai. hercailik etmeyesin diye.’
bir çöküşün öyküsü/ madam de prie:
madamın kral tarafından paris’ten
sürülmesi ile başlıyor hikaye. sürgünden sonra yaşadığı yalnızlık, ilgisizlik
madamı adeta çıldırtıyor. elinde kalan tüm parayı harcadığı partilerin birinde
yedi ekimde öleceğini söylüyor, herkes şaka zannederek gülüyor ama bunu her
fırsatta dile getirmeye devam ediyor. ölüm gününü önceden bildirdiği için
ölümünün çok konuşulacağını düşünüyor. o gün geldiğinde kendisini odaya
kilitledi ve zehri içti. özür dilerim madam ama ölümünüzden sonra işler hiç
istediğiniz gibi gitmedi. unutulmaz olmak istemiştiniz lakin ölüm haberinizin
duyulmasından birkaç dakika sonra unutuldunuz. sihirbazın sergiledikleri daha
çok ilgilerini çekti insanların. ölümsüzlük adınızın yanından teğet geçti.
ölü ozanlar derneği/ neil perry:
aslına bakarsanız bu konuda
söylemek istediğim çok fazla şey var. ölü ozanlar derneği üyelerinin ailelerine
ve öğretmenlerine çok sık rastlıyoruz. çok yoğun tempoda çalışmaya zorlayan
aileler, ders başarısını her şeyin üzerinde tutan aileler, iyi bir üniversite
kazanmanın yeni bir hayat kazanmak olduğunu zanneden aileler, aykırı hiçbir
davranışa katlanamayan aileler. tek düzeliğe ve intizama bayılan öğretmenler,
hayatı sınırlayan ve ona tek pencereden bakmaya aşık öğretmenler, geleneğe
sıkışıp kalmış ve başka hiçbir yol bilmeyen öğretmenler. her zaman karşımıza
john keating gibi bir öğretmen çıkmıyor, hoş neil’ın karşısına çıktı da ne
oldu? neil tiyatroda, shakespeare’ın bir yaz gecesi rüyasında kendisini buldu.
yaşamak istediği hayat buydu işte. harika bir performans sergilediği tiyatro
oyununun çıkışında tebrikleri kabul etmesi gerekirken babasından azarlar
işitti. neil yalnız kaldığında babasının ona sunduğu geleceği düşündü,
babasının karşısında suskun kalıyordu, gecenin sessizliğini bölmeye karar verdi.
sesi duyup ailesi yanına geldi ama çok geçti, neil kendi kanına bulanmış
vaziyette yerde yatıyordu. todd’un da dediği gibi tetiği neil’ın babası
çekmemişti ama onu öldüren babasıydı. keşke bir yaz gecesi rüyası sadece bir
kitap ismi olmasaydı, keşke neil rüya gibi yaz geceleri yaşayabilseydi.
intihar eden kitap karakteri
diyince akla ilk gelenlerden olan tutunamayanlar’ın selim ışık’ı ile başlamak
istemiştim aslında. ama onun bana hissettirdiklerini yazıya dökemedim. çünkü
selim haklı ve haksızdı. belki yeterince çabalamamıştı ama anlaşılmak
istemişti ve anlaşılamamıştı. bu da belki başka bir yazının konusu olur.
intiharı ile bizleri oldukça üzen bir çok kitap karakteri var ama şimdilik
bunlarla sınırlı tutmak istedim. belki de bu kişilerle kalpten kalbe bir
bağımız vardır da o yüzden zihnimde yer etmişlerdir. şöyle bir baktığımızda
herkesin kendisine göre bir gerekçesi var intihar için. ama sanırım ortak nokta
anlatamamak veya anlaşılamamak, nasıl tabir etmek isterseniz artık. canlı kanlı
bir insanın intiharı nasıl hissettirirdi
bilmiyorum, çok şükür tanıdığım kimse bana böylesine kötü bir tecrübe yaşatmadı.
ama kitap karakterlerini kendisine arkadaş edinen, zaman zaman onlarla konuşan
birisi olarak onların hikayelerinin sonuna geldiğim zaman üzülüyorum. onlara
alternatif sonlar üretiyorum ki intiharın karanlığında kalmasınlar. keşke insan
da insanı gölgede bırakmasa, onu yok saymasa. görse. bilse. duysa. anlatsa.
anlasa.
çevremizde çok fazla insan var. her
biri ayrı bir alem. her bir alemde farklı sebep sonuç zincirleri var. şimdi
size birisinden bahsedeceğim, kendi ölümünü kaleme alan şair beşir fuad’dan.
çektiği bazı acılar kendisini delirecek gibi hissetmesine sebep oldu. beşir
fuad delirerek ölmek istemediği için ölümünü planladı. sürekli intihardan söz
ediyor oluşu çevresindekileri endişelendirdi onu bir an olsun yalnız
bırakmamaya başladılar. o da intihar düşüncesinden bahsetmeyi bırakıp bunu
unutturmaya çalıştı. ama uygun zamanı bulunca hemen düşüncesini uyguladı. önce
kendisine uyuşturucu bir madde enjekte etti, sonra bileklerini kesti.
uyuşturucunun etkisi ile olsa gerek kan kaybından ölmeden evvel hissettiklerini
yazdı. cahit sıtkı’nın yolun yarısı dediği 35 yaşında hayatını sonlandırdı. ve
beni hayretler içerisinde bıraktı.
haberlere baktığımızda her gün
intihar haberi görür olduk. bu kadar insan bu yolu tercih ediyorsa ortada ciddi
bir sorun var demektir. ne yapılması gerekir bilmiyorum ama bir şeyler
yapılması gerektiği ortada. tahammülümüzü yitiriyoruz her şeye karşı. her gün
gördüğü ellerine, aynadaki kendisine, beynindeki düşüncelere tahammül edemiyor
bazıları da, çıkışa koşuyorlar. keşke bu raddeye gelmeden sevdiklerimiz için
bir şeyler yapabileceğimizin farkına varsak. sorunları çözmek yerine sorun
çıkartan olmasak. gülümsemenin, teşekkür etmenin, destek olmanın güzelliğine
inanın lütfen. inanın geçici bir süre içinde bulunduğumuz dünya tüm bu
kötülüklere değmez.
yazı sonu şarkısı: ben yazarken
tchaikovsky- valse sentimantale dinledim
(isminisöyleyemediğimşarkılarıdinlemeyiseverim) ama bence siz manga- tek yön
seçtiğin tüm yollar dinleyin
İntiharın bir çözüm değil sorun olduğunu anlayabilmek ve anlatabilmek isterdim. Hayatı güzelleştiren insanlar olabilmek ümidi ile, teşekkür ederim bu kıymetli yazı için; yüreğinin en güzel köşesine 🌻
YanıtlaSilherkese benden ayçiçeği, hayatı çekilmez kılanlar hariç
Sil