hoyrattır bu akşamüstüler daima/ gün saltanatıyla gitti mi bir defa/ yalnızlığımızla doldurup her yeri/ bir renk çığlığı içinde bahçemizden/ bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan/ lavanta çiçeği kokan kederleri/ hoyrattır bu akşamüstüler daima.
21. yüzyılın 21. yılının 21. gününden herkese merhaba.
aslına bakarsanız yazacak hiçbir şeyim yok ama birkaç gündür bir şeyler yazma hevesi içindeyim. zaman zaman yapamayacağım ve üstelik yapamayacağımı bildiğim şeylere büyük bir heves duyarım ve olmayacağı belli olan o şeyi yapana kadar asla peşimi bırakmam. mesela bir süredir bazlama yapma hevesi içindeydim. olmayacağına emin olduğum halde içimden bir ses sürekli “hadi bazlama yapsana, bazlama mı yapsak, bazlama” dediği için yapayım da yapamayacağımı anlayıp huzura ereyim bari dedim. nitekim de öyle oldu, hamuru yoğurdum mayaladım, havasını alıp bir daha mayalanmaya bıraktım, şekil verdim bir daha mayalanmaya bıraktım ve pişirdim. sonuç hüsrandı ve elimde kabarmamak için varını yoğunu ortaya koyan bazlamalar vardı. çok şükür başarısız oldum da bazlama hevesim de böylece bitmiş oldu. mesela başarılı olsam bir daha bir daha yapmak isterdim belki ama şu an benim için bazlama demek yoğururken ele yapışan o korkunç hamur demek. sanki hamur sizi ele geçirecek gibi hissediyorsunuz ama un da ekleyemiyorsunuz çünkü hafif ele yapışan bir hamur olmalı. çok içlenmişim sanırım bu konuda. ama eğer bir distopya yazsaydım hamur işlerinin olmadığı bir dünya üzerine yazabilirdim. ne kadar sağlıksız olsa da insan bazen un paketine sarılmak, beyaz şekere şiir okumak istiyor. bazlamanın o yapış yapış elden kurtulmak bilmeyen hamuru ile diğer unlu mamulleri esir aldığını düşünün. hepsini bir şatoya kapatmış mesela, şatoya uzanan o uzun tahta sallanan köprünün altında da lavlar değil de kaynayan bir vişne marmelatı olsun. ejderhanın yerini alan bazlama hamuru; kahvaltısı için simidi kurtarmaya gelen şövalyeyi, ölmeden son bir kez olsun üzümlü kek yemek isteyen yaşlı kralı, herkesi ele geçiriyor, o yapış yapış hamurun içine hapsediyor. belki shrek adında bir dev gelir de bazlama hamurunu yenebilir. shrek demişken shrek’in ilk filminin vizyona girmesi üzerinden yirmi yıl geçmiş olması hasebiyle bir shrek maratonu yapayım dedim, bütün filmleri tekrar izledim. konuyu shrek’e bağlamak isterken bazlama hamurunu da kötü gösterdik gibi oldu ama kusura bakmasın, elime yapışıp beni sinir ettiğine saysın artık.
insan bazen gitmek istiyor. ardına bakmadan, sağa sola sapmadan, geride kalanları umursamadan, ardında bir mektup bırakmadan, kat ettiği yolu azımsamadan, yol almaktan usanmadan, kaybolduğunda yolu sormadan, yalnızlığı duyumsamadan, yürümekten yorulmadan, kendinden kaçmadan, kendini yok saymadan, ruhunu yormadan, koşup da toprak yolu tozutmadan, tozu dumana katmadan, çok gece kalmadan, yemeği soğutmadan, havalar soğumadan, yağmura yakalanmadan gitmek. (cümleyi baştan sona okuyunca yazdıklarım türkçe değilmiş gibi böyle kelimeler yokmuş gibi hissettim ama hepsini ayrı ayrı cümleler içinde kullanınca anlamlı oluyor denendi, onaylandı. ayrıca –madan ile biten ve aklıma gelmediği için kullanamadığım bütün kelimelerden özür diliyorum.) nereye gitmek istiyorsun bu kadar derseniz, test kitaplarından uzağa. öyle gecemi gündüzüme katıp çalışmıyor olmama rağmen şimdiden sıkıldım. ama asıl çalışmam gereken zamanlara giriş yapmış bulunmaktayız. umarım motivasyonumun kaçmış olduğu dağ yanıp bitip kül olmaz da kendisine en kısa zamanda ulaşabilirim, çünkü ona ihtiyacım var.
sıradan, dört duvar arasındaki hayatımdan bildirmek istediklerim bu kadardı. bu arada 28 ocak çikolatalı kek gününüz şimdiden kutlu olsun.
yazı sonu şarkısı: şu günlerde şarkı dinleyeceğimde elim ya sertab erener- olsun’a gidiyor ya da arctic monkey- do i wanna know’a. bu arada teoman yeni albüm çıkarmış teoman ve piyano diye. mektup şarkısını piyano eşliğinde söylemiş eski versiyonundan çok daha güzel olmuş.
Yorumlar
Yorum Gönder