ocak sonu

 

    şimdiden bahanelerimi sıralayayım. bu ay canım ne bir şey okumak ne bir şey izlemek ve tahmin edersiniz ki ne de ders çalışmak istedi. yine de yaptım iyi kötü bir şeyler ama öylece dümdüz durmak isteme halinin de bir ay kadar sürmesi de ne bileyim bana biraz abartılı geldi.

    okuduklarımla başlayalım bakalım.

madame bovary/ gustave flaubert

iş bankası yayınlarından çıkmış 385 sayfalık bir roman. sonradan madame bovary olacak olan emma ile hiç empati kuramadım. mutsuz evliliğinden kocasını sorumlu tutup aldatması onu haklı yapmazdı bence. karakterlerinin benzerliği açısından anna karanina ile karşılaştıracak olursak, ben anna karanina’yı daha çok sevmiştim.  emma ne eşini beğeniyordu ne yaşadığı taşrayı, kitaplardaki gibi ya da şehirde birkaç kez görmüş olduğu şaşalı bir hayat istiyordu. ve hiçbir şey onu tatmin edemiyordu, çocuğuna karşı bile sevgi beslemiyordu. ama anna karenina öyle değildi, zaten göz alıcı bir hayata sahipken aşkı seçmişti. emma paranın peşinden koşuyordu. “hani bir daha geri gelmeyecek şeylere hülyamızın bir kapılması vardır, hani her olup bitmiş işten sonra bizi saran bir yorgunluk, alıştığımız her hareketin durmasından, devamlı bir titreşimin kesilivermesinden doğan bir ıstırap vardır, o gün emma işte o hale uğramıştı.” böyle hissetmene hepimiz çok üzüldük emma ama maalesef seni haklı bulamadık, üzgünüm.

öyle miymiş?/ şule gürbüz

iletişim yayınlarından çıkmış 198 sayfalık bir kitap. epeydir okumak istediğim ama bir türlü sıranın gelmediği, okurum bir ara kaçmıyor ya dediğim bir kitaptı. insan işte bazen böyledir, elini uzatsa tutabileceği güzellikleri elinin tersiyle itmeye mutluluğu uzaklarda aramaya bayılır. bu kitabı bu kadar çok seveceğimi bilseydim ismini ilk duyduğumda alırdım, gerçi okumadan da nereden bilebilirim ama değil mi kendime de çok yüklenmeyeyim. ayrıca ileride bir kitap çıkartacak olursam kapağı böyle olsun isterdim, kapak tasarımına da ayrıca bayıldım. kitaba geçecek olursak dört birbirinden bağımsız bölümden oluşuyor. ben en çok ‘hayır demeden itiraz’ bölümünü beğendim alıntımı da oradan paylaşayım. “büyüdüğümü fark ediyordum ama büyümüş halimi ne yapacağımı bilemiyordum. etrafımda duyduğum sözlere, hayata verilen çeki düzene bir mana veremiyordum. kitaplardaki gibi ‘on yedinci dereceden memur pyotr aleksandrovich mihaylovski, her günkü gibi masasının başına geçip çaycağızından geniş bir yudum aldı’ dendiği gibi acaba ben de geniş bir yudum mu alacak ve aynı masaya oturmakta otuz üç yıl istikrar gösterecektim, hem de korkulu ve tedirgin bir istikrar.” altını çizdiğim birçok satır vardı ama nedense bugün bu cümleleri kendime yakın hissettim.

kararsızlar dağıtıldıktan sonra/ güven adıgüzel

profil kitaptan çıkmış 78 sayfalık bir şiir kitabı. şairin kadraj hataları kitabını okumuştum daha önce sanki ondaki şiirleri daha çok beğenmiştim, ama bunlar da güzel tabi ki bir şairi eleştirmek ne haddime. olsa olsa ben şiirden pek anlamamışımdır. şiir yazabilmek çok zor bir şey yazabilenlere -herkese değil- saygım sonsuz. “bu şiir sana değil, sana ve kırmızı hırkalara/ incindik ve doymadık, bunları konuşmuştuk/ terk ettiğimiz kuyulardan sorulduğumuz doğru/ ceylan uykusunda patlayan bir tüfektir bu dünyanın sesi/ rilke’nin ölüm dostumuzdur dediği yerle bir.”

    okuduğum sayfa sayısını gün sayısına böldüğümde yaklaşık 21 sayfa yapıyor. umarım biraz olsun utanmışımdır vaktimi boş şeylere harcamış olduğum için. gerçi beklediğimden iyi bir sonuç çıktı ama olsun.

    biraz da izlediklerimden konuşalım. başlayıp yarım bıraktığım birçok film oldu. neyse ki birkaç tanesinin sonunu getirebildim.

words and pictures/ 2013

kariyerinde bir düşüş yaşayan yazar jack ile artık eskisi gibi eserler veremeyen ressam dina bir okulda karşılaşır. jack ingilizce dina sanat tarihi derslerine girmektedir ve başta birbirinden hazzetmeseler de zamanla bu aralarında sürtüşme inatlaşmaya ve sevgiye dönüşecektir. ortada bir savaş vardır, kelimelerin ve resimlerin savaşı. hangisinin üstün olduğunu kanıtlamak adına birbirlerine meydan okurlar. sonu tatlıya bağlanan bir savaş da diyebiliriz. ayrıca jack’in herkesle oynamaya çalıştığı en az beş heceli kelime bulma oyunu da çok hoştu. sanırım benim için bu savaşın kazananı resimler.

little forest/ 2018

kış mevsimi ile başlıyor ve filmde dört mevsimi de görebiliyoruz. sanırım iki  japon filminin tek film haline getirilmiş hali, bu versiyonu korelilere ait. şehirde bunalan genç bir kız, annesi ile yaşadıkları ve annesinin yıllar önce terk ettiği sanırım köy olan bir yere geri dönüyor. burada çocukluk arkadaşları ile geçirdiği zamanı, çiftçiliğini ve en önemlisi de yemek yapmasını izliyoruz. yaşadığı ev de yaptığı yemekler de çok güzel gözüküyordu. film bir bakıma genç bir kızın ne yapmak istediğini aramasını anlatıyordu “annem için doğa, yemek ve bana olan sevgisi kendi küçük ormanı oldu. ben de kendi küçük ormanımı bulmalıyım.” çok huzurlu sakin bir filmdi muhtemelen zaman zaman izlediğim bir film olur. “yemek pişirmek kalbini yansıtır.”

ever after/ 1998

sihirden, büyüden arınmış modern bir kül kedisi masalı. tabi modern desek de günümüzde geçmiyor, hatta sarayda da vinci adına balo düzenleniyor öyle düşünün o kadar eski. üvey anne ve iki kız kardeş külkedimiz daniella’nın evine geliyor ve sanırım ertesi gün babası ölüyor. gel zaman git zaman üvey annenin kızları prenses gibi yetiştirilirken daniella ise evin hizmetçisi konumuna düşüyor. zaten külkedisinin hikayesini bilmeyen yoktur. en çok eğlendiğim kısmı prens henry ve kendisine saldıran çingenenin danielle’ya taşıyabileceğin her şeyi alabilirsin dediğinde prensi sırtına alması oldu. vakit geçirmek için güzel bir filmdi.

soul/ 2020

nasıl gözden kaçırdığımı anlamadığım pixar animasyonu. buradan bu animasyonu öneren rus mektup arkadaşıma teşekkür ediyorum. neden rus bir mektup arkadaşın var derseniz slowly isimli bir uygulama ile geliştirmek istediğiniz bir dilde dünyanın dört bir tarafındaki insanlarla uygulama üzeriden mektuplaşabiliyorsunuz. bu ara bilgiden sonra animasyona geri dönebiliriz, müzik öğretmeni joe gardner jazz piyanisti olmak istemektedir ve hayatının teklifini aldığı gün bir kanalizasyon çukuruna düşer. buradan da bambaşka bir boyuta geçiş yapar. doğum, hayat, ölüm kavramlarını alışageldiğimizin dışında anlatıyor. sarma sararken izlediğim için hoşuma giden replikleri not alamadım ama joe’nun annesi oğlunun öğretmen olmasını istiyor müzisyenlikte para olmadığını, kahvaltıda hayaller karın doyurmuyor gibi bir şeyler söylüyordu. e kadın da haklı bir yerde.  hayatımızı tek bir kıvılcım için mi yaşıyoruz, hayalimizi yaşamak gerçekten bu kadar önemli mi, mutluluğun başka bir yolu yok mu gibi birçok soruyu düşündürttü bana. vakti olan herkese önereceğim eğlenceli ama düşündürücü bir animasyondu.

yazı sonu şarkısı: hümeyra- tutkulardan intihar

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

balığın batması ve yan gitmesi hakkında bazı mülahazalar

arkadaşın ne yapıyorsun dediğinde hiç öyle bildiğin gibi aynı şeyler evdeyim deme yarışına katıldın ama rakibin benim

“alo iyi günler ben potansiyelimi harcamak istiyordum da nereye başvurabilirim? evet evet tek çekim olacak hepsini harcamak istiyorum.”