bilmemek bilmekten iyidir/ düşünmeden yaşayalım/ mâra/ günü ve saatleri ne yapacaksın senelerin bile ehemmiyeti yoktur/ seni ne tanıdığım günleri hatırlarım/ ne seneleri/ yalnız seni hatırlarım/ ki benim gibi bir insansın

 

    bu ay elimde olmayan sebeplerle pek fazla kitap okuyamadım. evet tahmin edeceğiniz üzere elimde olmayan sebeplerden kasıt kitabı elime almamış olmam. çünkü eğer kitap elimde olsaydı okurdum ve elimde okumak için bir sebep olurdu. çok mu uzattım? sanırım evet.

kambur/ şule gürbüz

iletişim yayınlarından çıkmış 92 sayfalık bir kitap. şule gürbüz’ün ilk kitabıymış, henüz 18 yaşındayken yazmış. şule gürbüz’ün dilini, kelimeleri kullanma şeklini seviyordum zaten ama 18 yaşındayken bu kadar güzel bir şey yazmış olması ona olan saygımı arttırdı. aldığımdan beri üç kere okudum kitabı. zaten elinize aldığınızda bir çırpıda bitiveriyor. ama bir kere okumaktan çok daha fazlasını hak eden bir kitaptı, ben de hakkını vermek istedim. ayrıca kitabın içinde geçen kurban bayramında babamın bana vermiş olduğu gülleri kurutmuştum ki herkesin bildiği üzere içinde çiçek kurutulan kitaplar her zaman diğerlerinden bir adım öndedir. birçok yerin altını çizdim ama sadece şu iki cümleyi paylaşmak istiyorum sanırım “hayran olduğum şairler boş bulunduğum bir an beni arkadan bıçaklayanlardır. yüzüm dönük olsa, bunu kimse beceremez.”

 

yazma cesareti/ nihan kaya

ithaki yayınlarından çıkmış 332 sayfalık bir kitap.  nihan kaya ile ilk kez bu kitap ile tanıştık. buradan kitabı hediye ederek tanışmamıza vesile olan üniversitedeki hocama da teşekkürlerimi iletiyorum. ve yazarın diğer kitaplarını da okumak için sabırsızlanıyorum. belli ki kitaplarıyla uzun süren bir arkadaşlığımız olacak. bana ‘evet şu an kesinlikle doğru kitabı okuyorum’ dedirten satırları paylaşmak ve üzerine bir şeyler yazmak istiyorum “hayat hiç kimsenin yazmasını istemez. hayat herkesin yataktan sabahları kalktığı, kravat ve takım elbise giydiği, dokuzda başlayıp beşte biten bir işe gittiği, akşam televizyon karşısında karpuz çekirdekleri ayıkladığı ve böyle mutlu olduğuna inandığı bir yaşam sürmesini ister. bireyin kendisini yatay akıntıya bırakarak yaşayıp gitmesi son derece kolay, rahattır ve yaşamın salt yatay boyutla çevrili bir düzende sürdüren çok sayıda insan vardır. buna rağmen kişi ayırdında olsa da olmasa da insan varlığının dikey boyutu insanı sürekli kendisiyle ilgilenmeye çağırır ve insanın içindeki dikey enerji potansiyeli üstü tamamen örtülü olsa bile açığa çıkmak üzere bekler, eyleme kavuşmadıkları müddetçe kişiyi bu örtük varlıklarıyla rahatsız etmeye devam eder.” bu satırları okuyunca aklıma hemen küçük kara balık geldi, ne diyordu kitapta “ben bilmek istiyorum, hayat gerçekten bir avuç yerde durmadan dönüp durmak, sonra da yaşlanıp ölüp gitmek mi yoksa bu dünyada başka türlü yaşamak da mümkün mü?” evet insan gerçekten başka türlü de yaşamak mümkün mü merak ediyor. ne istediğini bilen ve bunun için çabalayan insanlara çok özeniyorum. benim de hayata dair birkaç planım var ama hepsinin yolu birbirine sapa kalıyor ortak bir noktada buluşturamıyorum istediklerimi. en azından yola çıktım ya, bu da bir şeydir. belki yolda bambaşka şeylerle karşılaşacak, cüzdanımda sakladığım beş yıl sonra gerçekleştirmek istediğim şeyler listesini bir geri dönüşüm kutusuna bırakacak ve yola bambaşka bir şekilde devam edeceğim. şu an için tek istediğim şey yazmak. her zaman dediğim gibi yolumu kaybetmeye epey meyilliyimdir bu yüzden arkamda hansel ve gretel gibi ekmek kırıntıları bırakmam gerekiyor, yazdıklarım benim ekmek kırıntılarım. şekerden yapılmış bir eve karşı koymak zordur, içinde cadı olduğunu bilsek bile. cadı bizi evin içine davet ettiğinde bizi şişmanlatıp yemek için bunu yaptığını bilmemiz gerekir. tüm bunlara kanmamak için danışmamız gereken ekmek kırıntılarına ihtiyacımız vardır. benim için bu ekmek kırıntıları yazdıklarım. yoksa bir cadı gibi beni hayatın yatay akışına çeken hayata karşı koymam biraz zor olabilir. kitaba geri dönecek olursak, okuduğum en sevimli kitap sonu cümlelerine sahipti, teşekkürler nihan kaya.

başını örten kızlar felsefe bilmelidir/ ismet özel

tiyo yayınlarından çıkmış 314 sayfalık bir kitap. içerisinde aynı metnin hem osmanlıca hem de türkçe yazılmış hali mevcut. bu kitabı yaklaşık iki buçuk yıldır okuyorum desem hiç de abartmış sayılmam. kitabı aldığımdan beri hep ara ara elime aldım birkaç başlığı okudum bazen aynı şeyleri tekrar tekrar okudum. kitap sipariş etmeden önce okumadığım kitap kalmış mı diye bakarım hep, birkaç kitabım kalmış bu sefer hepsini bitirip öyle sipariş vermek istedim. bu kitap da onlardan birisiydi. ismet özel’in şiirlerini okumayı çok seviyorum. böyle bir benzetme yapmak ne kadar doğrudur bilmiyorum ama yazılarını okurken birisi başımda dikilmiş bağırarak bir şeyler anlatıyormuş gibi hissettim. sanırım üslubu, seçtiği kelimeler okurken biraz tedirgin etti beni. bilirsiniz birisi dünyanın en haklı kişisi de olsa düşüncelerini bağırarak dile getiriyorsa, ki bağırmak sadece ses yükseltmekle olmaz seçtiğimiz kelimelerle de olur, söylediklerini dinleyesimiz gelmez. en azından bu benim için böyle. ama genel olarak sevdiğim bir kitaptı, belki de üzerine apayrı bir şeyler yazmam gerekir ama bu işlerde henüz o  kadar iyi değilim. “felsefesiz beşer olunmuştur, olunabilir. beri yandan sanatsız ve hele de şiirsiz bir insan hayatı akla zarar.” demiş, ne güzel demiş. ben en iyisi kendisinin şiirlerini okumaya devam edeyim. sanırım henüz yazılarını okuyabilecek yetkinlikte değilim.

    bu ay çok güzel şeyler izledim. muhtemelen tekrar izleyeceğim şeylerdi. bir de bir diziye başladım ama onunla ilgili fikirlerimi eğer üşenmezsem sanırım gelecek ay okuyabiliriz.

northanger abbey/2007

jane austen’ın aynı isimli kitabından uyarlanmış. kitabını geçen ay okumuştum ve çok sevmiştim, ayrıca kendisinin de ilk kitabıymış. yazdığı her kitapta nasıl kendisine hayran bırakabiliyor bilmiyorum. ama bu bir jane austen övme seansı değil, bu yüzden filme geçelim. catherine morland tanıdıkları bir aile ile birlikte başka bir şehre gider. orada edindiği arkadaşları ve daha da önemlisi henry tilney ile olan ilişkisini izliyoruz. kitabı okumamış olsaydım film biraz anlamsız gelebilirdi sanırım, sahneler çok hızlı değişiyor gibi geldi bana. ayrıca birçok kitap uyarlamasında olduğu gibi ana karakterleri biraz daha farklı canlandırmıştım zihnimde ama filmde bambaşkaydılar. filmin alıntısını kitapta da geçen bir cümle ile yapmak istiyorum “insan ister erkek olsun ister kadın, eğer iyi bir romandan  zevk almıyorsa dayanılmaz ölçüde aptaldır.”

austenland/ 2013

tam bir jane austen, bilhassa mr. darcy hayranı olan jane hayes, kendisini mutsuz hissettiği hayatına kısa bir ara vermek için bir tur şirketi ile anlaşır ve tüm birikimini harcayarak austen dünyasına doğru bir geziye çıkar. sadece her şey kitaplarda ve filmlerdeki gibi mi bilmek istemektedir. gerçekten mr. darcy gibi birisi ile tanışmak mümkün mü yoksa gerçek dünyada bunun bir karşılığı yok mu? sorularına cevap bulmak ister. “sıradan bir jane austen hayranı ile fanatik bir hayranı ayıran şey nedir?” diye başlıyor film. eğlenceli bir romantik komedi, üstelik bence beklenmedik bir sonu vardı. izleyip de sonunu önceden tahmin ederseniz ve “bu muydu beklenmedik son?” derseniz sorumluluk kabul etmiyorum bunu da önceden belirtmiş olayım.

moana/ 2016

sürekli karşıma çıkmasına rağmen yeni animasyonları hiç beğenmiyorum önyargısı ile izlemediğim bir animasyondu. ama yine de bir şans vermek istedim ve şimdiye kadar izlememiş olduğum için kendime epey kızdım. adada yaşayan bir grup insan var ve moana babasından sonra adanın şefi olacaktır. ve adada yaşayan kimsenin okyanusa açılmasına izin yoktur, çünkü yıllar önce bir felaket yaşanmış. adalarında kuraklık baş göstermeye başlayınca moana bir şeyler yapması gerektiğini düşünür ve her ne kadar babası karşı çıksa da bir gece cesaretini toplar ve okyanusa açılır. filmin bundan sonrası biraz kahramanlık ve çokça kim olduğunu bulma içeriyor. bana biraz lilo ve stitch’i, mulan’ı, brave’i anımsattı.

yazı sonu şarkısı: henüz izlemedim ama brooklyn nine nine’ın final sezonunu yayınlanmış olması sebebiyle i want it that way- backstreet boys olsun. ben izlemiyorum o diziyi derseniz de can kazaz- kızılgerdan

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

balığın batması ve yan gitmesi hakkında bazı mülahazalar

arkadaşın ne yapıyorsun dediğinde hiç öyle bildiğin gibi aynı şeyler evdeyim deme yarışına katıldın ama rakibin benim

“alo iyi günler ben potansiyelimi harcamak istiyordum da nereye başvurabilirim? evet evet tek çekim olacak hepsini harcamak istiyorum.”