sevgilim, işte eylül/ ve işte senin usul usul seğiren yüzün/ zaman ki sonsuzdur/ bitmemiş şiirler gibi/ bazı hüzünleri/ bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir/ biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık (isteğin bulanık kıyısında)/ bundan değil midir bizim aşkımızda/ sürekli bir akşam hüznü vardır.

 

    eylül ayı göz açıp kapayıncaya kadar hızlıca geçti gitti sanki. hayatımda birçok şey değişti. değişime ayak uydurmak biraz zordu, hâlâ zorlanıyorum ama bir şekilde halledeceğiz.

kendine ait bir oda/ virginia woolf

iletişim yayınlarından çıkmış 127 sayfalık bir kitap. öncelikle virginia’ya bayılıyorum. üniversiteye ilk başladığım yıllarda okuduğum bir kitaptı. ama hem kitaplığımda da olsun dediğim bir kitaptı, hem de belli dönemlerde tekrar okunması gerektiğini düşündüğüm için alayım da tekrar okuyayım dedim. yüzyıllar öncesinden bugüne dek kadınlar için hayat her zaman biraz daha zordu. bu yazı sahasında da böyleydi. arka kapağından bir alıntı yapacağım: “erkeklerin kadınlara bıkıp usanmadan tekrarladıkları ‘ezeli’ ve de ‘ezici’ bir soru vardır: ‘bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz. madem öyle, neden shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız?’” virginia bu soruya öyle güzel cevap veriyor ki insan okumalara doyamıyor. kadınların o döneme dek yaşadığı zorluklar, hayatla verdikleri mücadele, taşımaları gereken yükler, kendilerine ait bir odaya bir zamana sahip olamayışları ve nice şey. shakespeare’in bir kız kardeşi olsa onun akıbeti ne olurdu acaba diye düşünüyor ve anlatmaya başlıyor. kitaptan hangi alıntıyı yapmam gerektiğini seçemedim, hangi cümleyi seçsem diğeri “ya bana ne olacak?” der gibi bakıyor sanki.

bir yeryüzü tanığı/ ilhan berk

yapı kredi yayınlarından çıkmış 109 sayfalık bir şiir kitabı. dağda, bayırda, yolda, küçük boşluklarda şiir okumayı seviyorum. birkaç hafta yanımda taşıyıp boş bulduğum kısa anlarda bana yoldaşlık ettikten sonra bitirdim kitabı. iyi bir şair olduğunu biliyordum ama bu kadar çok seveceğimi düşünmemiştim. “yüzün ki korkular verir bana ne zaman yüzümü tutsam yüzüne.” demiş mesela, ne de güzel demiş.

evlilik/ jane austen

can yayınlarından çıkmış 91 sayfalık jane austen’ın 4 kitabından alıntılarla oluşturulmuş bir derleme. evlilik hususunda jane austen’ın görüşlerini kitaplardan bölümlerle açıklıyor. jane’i ne kadar sevdiğimi bilmeyen yoktur diye düşünüyorum. ara ara onun cümlelerini okumak istediğimde elim bu kitaba muhakkak gider.  kısa, bir çırpıda okunabilen hoş bir derleme olmuş. jane’nin okumadığım iki kitabı kaldı sanırım, bir yanım onları da hemen okumak istiyor ama diğer yanım biraz daha beklemem gerektiğini söylüyor. bu hissi sabahattin ali’de yaşamıştım bir de, okumadığım bir iki kitabı kaldı; sanki o kitapları da okursam sabahattin ali’nin öldüğünü ve artık yeni bir şeyler yazamayacağını kabullenmiş olacağım gibi hissediyorum. sevdiğim yazarlar da beni tanısalar severler miydi acaba?

            evet yine ve yine çok az şey okumuşum ama her zaman olduğu gibi bahanelerim var. hayatımda bir şeyler değişiyordu ve bilindiği üzere değişimler yorucudur ve bu da kitap okuma performansımıza yansıyabilir.

the office/2005- 2013

acaba başlı başına müstakil bir yazı mı yazsam diye bile düşündüm bu dizi için. kpss’ye çalıştığım zamanlarda hoşuma giden ama uzun olduğu için sınava çalışma dönemimde izlememin doğru olmadığı dizileri bir kağıda yazıp kutuya atıyordum. sınavdan sonra ilk işim o kutuyu açmak oldu. ilk çektiğim kağıtta gilmore girls yazıyordu, kafamda nedense tam bir sonbahar dizisi diye kodladığım için onu pek izleyesim gelmedi açıkçası. ben de ikinci kağıdı çektim; ve the office’e kavuştum. ilk sezon ve ikinci sezonun başlarında “ben ne izliyorum, bu kadar övdükleri dizi bu muymuş?” diye düşünüyordum. ama sonrasında hem kamera açılarına hem de oyunculara alışınca 9 sezonu iki haftada bitiriverdim. dizideki aşklar, arkadaşlıklar hepsi öyle gerçekçiydi ki üzerinden yıllar geçmesine rağmen hâlâ bu denli popüler olmasına şaşırmamak gerek. dönüp dolaşıp bir daha izleyeceğim, arkadaşlarımı “lütfen izle” diyerek bıktıracağım, en sevdiğim üç dizi listesine giriş yapmış bulunmakta. son zamanlarda en büyük eğlencem diziyi izleyen birileri ile dizi hakkında konuşmak, en sevdiğimiz sahneleri yarıştırmak oldu. ve son olarak, lütfen izleyin.

monsieur lazhar/ 2011

madem öğretmenliğe başlıyorum, o zaman ilk iş günümden önce öğretmenlikle ilgili bir film izleyeyim dedim. izlenecekler listemde bu filme rastlayınca hadi bakalım dedim. film intihar eden bir öğretmen ile başlıyor. daha sonrasında okula yeni bir öğretmen geliyor. açıkçası idealist, farklı bir öğretmen profili bekliyordum. ama bu sefer tam tersi çıktı, modern yöntemlerle eğitim yapan bir okula daha geleneksel bir kafa yapısına sahip bir öğretmen geliyor. cezayir asıllı, ailesini kaybetmiş ve çok üzgün olan bu öğretmen öğrencilerden çok fazla şey öğreniyor, bu kez öğretmen değil öğrenciler daha fazla çaba gösteriyor da diyebiliriz diğer öğretmen- öğrenci konulu filmlere nazaran farklı olarak. işlediği konu güzeldi, ama final sahnesi için bile birkaç kez izlenebilecek bir filmdi. basitti, ama dokunaklıydı.

waitress/ 2007

nispeten kötü  bir hafta geçirmiştim ve güzel bir filme ihtiyacım vardı. içinde yemek olan herhangi bir film izlemek istedim, yemekli filmler listem de suyunu çekmeye başladı sanırım, bilirsiniz pilavın suyu kalmazsa dibi tutar. hatta geçen ay öğrendiğim üzere sarma pişirirken onun da dibi tutabiliyormuş. hayatımda ilk defa sarma yaptım, internette tencereyi eğdiğinizde su gözükmüyorsa pişmiş demektir yazıyordu. sürekli kontrol ederek pişirdim, uzunca süre pişirdim ama ne zaman tencereyi eğip de kontrol etsem orada su vardı. sonrasında gittikçe suyun rengi kararmaya başladı, ama neticede hâlâ su vardı. bir süre daha pişirmeye devam ettikten sonra bir yerlerde hata yapıyorum aydınlanması yaşayarak tencerenin altını kapattım, ve büyük sürpriz: sarmamın sondan iki sırası yanmış. meğer sarmanın suyunun rengi de önemliymiş. kıssadan hisse, yemekle ilgili bir konuda yemeğin suyunu çekmesi iyiye işaret değildir, yani acilen yeni filmler bulmam lazım içinde yemekler pişirilen. konuyu döndürüp dolaştırdıktan sonra esas meselemiz olan filme dönecek olursak çok güzel bir film değildi ama keyfimi yerine getirdi. jenna bir turta dükkanında çalışıyor ve harika turtalar yapıyor. ayrıca eşi earl’den kurtulmak için de para biriktirmeye çalışıyor. hamile olduğunu fark etmesiyle planları biraz sekteye uğruyor. kocası gerçekten sinir bozucuydu ama bu jenna’nın yaptıklarını haklı çıkarmıyordu, en azından benim nezdimde. “söylediğim şeylerin birisi tarafından önemsenmesinin bağımlısı oldum.” diyordu bebeğine yazdığı bir mektupta, jenna’ya da kızamıyor insan. ancak bütün yanlışlarına rağmen sonunda en doğru kararı verdi. aç karna izlenmesini tavsiye etmiyorum, çünkü harika turtalar vardı. bebeğine söylemiş olduğu şarkı öyle güzeldi ki “baby don’t you cry, gonna make a pie, hold you forever in the middle of my heart.”

hichki/ 2018

çevremin yoğun ısrarları üzerine artık izleyeyim dediğim bir filmdi. soranlara genelde iyi gidiyor desem de öğretmenlik işi aslında pek de iyi gitmiyordu. öğrencilere kızmak istemiyordum, karşılığında kocaman bir anlayışsızlık duvarı ile karşılaşıyordum. sanırım yapamıyorum bu işi bıraksam iyi olacak diye düşünmeye başlamıştım. çünkü nasıl davranmam gerekiyor, nasıl bir tavır takınmalıyım kestiremiyordum. anlaşılan öğretmenlik hiç de hint filmlerinde olduğu gibi değilmiş. öğretmen gelir sınıfa anlayışla yaklaşır ve öğrenciler aniden harika insanlara dönüşür olayının gerçek hayatta bir karşılığı yokmuş. aşk filmlerinin sahte olduğunu biliyordum gerçek hayatta kimse birisi ile bir köşe başında çarpışmaz tamam ama öğretmen filmlerinin de pratikte karşılığının olmadığını bilmek biraz kalp kırıcı. evet, her zaman olduğu gibi ben yine bir şeyleri abartıyorum. daha öğretmenliğe başlayalı iki hafta olmuş şunun şurasında ne gibi bir mucize bekliyordum acaba, bu hafta işler biraz daha yolunda gidiyor sanırım zamanla öğreneceğim öğretmen olmayı. filmden bahsedecek olursam, tourette sendromuna sahip olan bir öğretmeni anlatıyor. istem dışı sesler çıkarıyor, yine istem dışı ani hareketlerde bulunabiliyor ve başvurduğu okullar öğretmenlik için yeterli olmadığını söylüyor. sonunda bir okul kabul ediyor kendisini, hiçbir öğretmenin görmek dahi istemediği öğrencilerden oluşan bir sınıfın öğretmeni oluyor. “ben buraya pes etmek için gelmedim, öğretmek için geldim.” diyor ve dediğini de yapıyor.

yazı sonu şarkısı: hollow coves- the open road

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

balığın batması ve yan gitmesi hakkında bazı mülahazalar

arkadaşın ne yapıyorsun dediğinde hiç öyle bildiğin gibi aynı şeyler evdeyim deme yarışına katıldın ama rakibin benim

“alo iyi günler ben potansiyelimi harcamak istiyordum da nereye başvurabilirim? evet evet tek çekim olacak hepsini harcamak istiyorum.”