sana bakarak/ bütün yüzleri unutmak/ kendimden/ ve arap saçı olmuş/ bir sürü / hikayelerden bıkarak/ sana misafir geliyorum/ denizlerin sesi içinde/ ve gündüz güneşlerinde/ şaşırmış. / sana misafir geliyorum/ biraz daha uykuya yakın/ biraz daha dalgın/ biraz daha başka şeylerden uzak.
uzunca bir süredir bir şey yazmıyorum ve yazmaya ara verdikçe yazmaya tekrar başlamak gittikçe güç bir hal aldığı için bir yerden başlamaya karar verdim.
son zamanlarda zihnimi “hayatı
ciddiye almak” konusu meşgul ediyor. elbette yaşamak umrumdadır ve elbette bir
şeyler için çabalamayı seviyorum ama sanki artık bir şeylerin değişmesi ve
büyümem gerekiyor gibi hissediyorum. geçen gün bir arkadaşım yaklaşan bir sınav
için heyecanlı olduğunu söyledi, ne bileyim bizim böyle heyecanlarımız olmazdı.
izlediğimiz dizinin yeni sezonu çıktığı için heyecanlanırdık, epeydir yapmak
istediğimiz bir tatlının tarifini güvendiğimiz tarifleri tam tutan birinden bulduğumuzda
heyecanlanırdık, kitabın son sayfalarına geldiğimizde heyecanlanırdık. evet
biliyorum tüm bu heyecanlar yerli yerinde duruyor ama sanırım artık üzerine
yeni ve ciddi heyecanlar ekleme vakti geldi. hayatımın bir şeyler için
endişelenip heyecanlanacağım zamanlarına, hayatı ciddiye almaya merhaba diyorum
sanırım artık.
belki hatırlarsınız geçen sene
bazlama yapmaya çalışmıştım -küçük bir hatırlatma linki- ve bu konuda ne kadar başarısız olunabilecekse o
kadar başarısız olmuştum. geçen bir yılın ardından tekrar denemeye karar verdim
ve canım ailemden kimsenin buna inancı olmasa da başarılı oldum. bu yolculukta
beni hiç yalnız bırakmayan kendime, şahsıma ve biricik bana teşekkürlerimi
sunuyorum. küçük bir detay gibi ama böyle şeyler daha büyük şeyler için
cesaretimi toplamamı sağlıyor. ki bazlama yapmak kesinlikle küçük bir detay
değil onu da belirtmek isterim.
yüksek lisans bahar dönemine
gecikmeli de olsa giriş yaptım. oturup düşünmem gereken bazı şeyler olduğuna
karar verdim. ben bu işe neden giriştim? okumayı ve yazmayı seviyorum diye
düşünmüştüm ve kendi kendime ‘neden bu işi daha profesyonel şekilde
öğrenmeyeyim ki?’ demiştim. daha öncesinde tamamıyla yabancı olduğum bir alan
olduğu için az da olsa zorlanacağımı biliyordum ama bu o kadar da kötü bir şey
değildi, çünkü öğrenmek sancılı bir süreçtir ama isteyerek ve severek
yapıldıktan sonra sonucu her zaman güzel olur. işin bir noktasında benim için
her zaman keyif almak da olmalıydı. evet dönem daha yeni başladı ve konuşmak
için erken farkındayım ama tüm bu şeylerin bana yük gibi gelmeye başladığını
hissediyorum sanki. belki bunda bir türlü açmayan güneşin, gelmeyen baharın,
henüz yapamadığımız pikniklerin ve yaklaşık iki aydır neredeyse sürekli hasta
oluşumun da etkisi vardır. geçen dönem yine aynı bölümdeydim, yine her şey benim
için çok yeniydi, sürekli bir şeylere yetişmeye çalışıyordum ama yaptığım işten
bulunduğum yerden keyif alıyordum. hani ölümlü dünya filminde serbest ‘ilhami
abi sen söyle ben başka ilde miyim? başka yerde mi dayak yedim ben? uzaklarda
mı yedim de geldim? aynı yerdeyiz be.’ diyor ya aynen öyle. haberim yokken
bölüm mü değiştirdim bilmiyorum ama hiçbir şey olmasa da kesinlikle bir şeyler
olmuş. bu düşünce bir şımarıklık mıdır bilmiyorum ama benim yaptığım şeyden
keyif almam lazım, o keyif yok olduğu zaman hiç düşünmeden o şeyi arkamda
bırakır giderim. üniversite birinci sınıftayken bir dersin vizesine
çalışıyorduk kantinde, dedim yok hiç içimden gelmiyor çalışmayacağım bu derse
en olmadı seneye veririm ne olacak. tam dört kere aldım o dersi ve son sınıfta
geçtim. yine üniversitedeyken ama bu sefer son sınıftayken düşmüştüm de ayağım
alçıya alınmıştı, bütünleme sınavına gitmemiştim bu halde o sınava gitmeme
değmez diyerek. belki sonrasında yaz okulu açılmayacaktı ya da ne bileyim bir
şeyler olacaktı ve ben o dersi veremeyeceğim için okulum uzayacaktı ama hiç
umrumda olmamıştı. bir keresinde de sırf derse giren hocanın anlatımını
beğenmediğim için dersi daha dönemin başından bırakmıştım. ara sıra bu sorumsuz
tavırlarımı özlüyorum sanırım. bir yanım artık büyüdün daha makul davranmalısın
diyor diğer yanım ise zaten yeterince başıboş tavırlar sergiliyorsun hayatına
biraz daha özen göster diyor. ve inanabiliyor musunuz üniversiteden mezun olalı
neredeyse iki yıl olmuş bile, zaman ne kadar çabuk geçiyor. zaman çabuk geçiyor
derken insanın aklı ‘bir yerde mutsuzsan o yerden koşarak uzaklaş’ diyor ama o
sesi hemen susturuyoruz ve bir şeyleri düşünmeyi bir süreliğine de olsa
öteliyoruz.
evin kek
kokmasına bayılıyorum. ister o kekin içi hamur kalsın, ister üzümleri dibe
çökmüş olsun, ister keke un yerine yanlışlıkla nişasta katılmış olsun -evet
maalesef bu da yaşandı olmaz demeyin ikisi de beyaz karışabilir-, ister
portakal rendelerken için portakal kabuğunun beyazı da karışmış olsun ne olursa
olsun kek kokusuna bayılıyorum. evim gibi hissettiğim her yer ve herkeste
muhakkak bir kek kokusu vardır. biri üzümlü kek kokar, biri kakaolu, biri
fındıklı, biri havuçlu, ne bileyim birisi de portakallı limonlu kek ama kek
işte. kek metaforunu her şeyde kullanmaya, her olayı bir kek türüne bağlayıp
anlatmaya bayılıyorum. bir sınavda bir konuyu üzümlü keke benzetip açıklamıştım
mesela ve vay be o dersten bile geçmiştim. ben galiba konu sevdiklerim olmadığı
sürece hiçbir şeyi o kadar da ciddiye almamaya, ‘bir şekilde hallederiz’ yolu
üzerinde olmaya devam edeceğim. hayatımın üzümlü kekin üzümlerinin dibe çöktüğü
bölümünde olabiliriz ama keki ters çevirince üzümlerin en tepede olacağını ve
her şeyin hallolacağını da unutmamalıyız.
yazı sonu
şarkısı: şenceylik- ıslık
Kekin üzümleri ters çevrilir ve normale döner, kim ne kadar felsefe yaparsa yapsın biz bildiğimiz gibi yaşamaya devam ederiz çünkü bu şekilde kendini iyi hissediyorsan neden devam etmeyesin ve hayat işte böyledir 'du bakalım bi şekilde hallederiz'🌻
YanıtlaSilo halde bildiğimiz gibi yaşamaya ve üzümlü kek yapmaya devam <3
Sil