bütün bu sürekli arayışlar neden bilir misin/ neden bu durup durup isyan etmeler allah’a/ bu aldanmalar, yıkılmalar, bu sonsuz çalkanış/hep sana yaklaşmak için, biraz daha biraz daha/ seni bulmak yılgın, yıkık gecelerden sonra/ sana çıkmak merdivenlerden nefes nefes/ belki ben yalnız senin güzelliğinde çirkinim/ hiç solmasa güzelliğin, böyle hiç bitmese/ yanmak var sana yaklaştıkça biliyorum/ yok olmak var, kahrolmak var, kül olmak var/ öyle bakma gözlerime bakma artık ölüyorum/ yaşamanın ta kendisi oysa bu ölmek değil/ gözlerim gözlerinden başkasını unuttu/sen yoksan o yokluktur, senden öncesi yoktu.
havalar ısınınca bana hep “bir şeyler başarmak istiyorum” hissi gelir. bu sene havalar geç ısınınca o moda giremedim galiba. neyse zaten her zaman bir şeyler başaracak da değiliz. bazen zihnime farklı yolların da olduğunu kabullendiremiyorum. huysuz ve inatçı yaşlı bir teyze gibiyim. yaşlı sayılmam, huysuz da demeyeyim şimdi durduk yere kendime ama ortada reddedemeyeceğim bir inatçılık var. hayatım yılbaşında planladığımdan çok daha farklı bir yere doğru evrildi. dört ay önce birisi bana bak nisan ayında şöyle şöyle olacak deseydi, bugünümü bana anlatsaydı sadece gülerdim ve öyle bir şey mümkün değil derdim, sonra tekrar gülerdim. kendimi akışa bıraktım ama çok mu akışkan oldum, hayatımın kontrolü artık hiç mi bende değil, seçimler mi yapamıyorum bilmiyorum ama bir şeyler oluyor. tuhaf bir şekilde çok da şikayetçi değilim bu durumdan. değişim ve belirsizlik eskiden olduğu kadar kalbimde ve ruhumda bir boşluk hissi yaratmıyor sanırım. yaşamak, büyümek ve öğrenmek de herhalde böyle bir şey olsa gerek.
neredeyse
iki aydır islam iktisadında kadın girişimciliği konusuyla meşgulüm. öncelikle
bir süre girişim, girişimci ve entrepreneur kelimelerini duymak ve görmek
istemiyorum. ayrıca tüm bu ataerkil düzene, erkek egemen toplumlara ve eril
iktisat yapısına çok kırgınım. her neyse, ödev yaparken konu oraya nereden
geldi bilmiyorum ama lüks nedir diye düşündüm. o kadar değişken bir kavram ki
bunun net bir tanımı olduğunu zannetmiyorum. sevilmediğini hissettiğin an
kalkıp gidebilmek cevabı belirdi zihnimde. sevmediğini hissettiğinde bırakmak
belki şımarıkça mıdır bencillik midir onu henüz kafamda konumlandıramadım ama
sevilmediğin yerde tek bir saniye daha harcamak zorunda olmamak öyle kıymetli
ki. bununla ilgili uzun uzun bir şeyler yazmıştım aslında ama sonuçta
yazdığımız her şeyi paylaşmak zorunda değiliz. hatta dönüp ben de okumayayım
diye komple sildim hepsini.
ay
sonunda okuduklarım ve izlediklerim hakkında yazmayı ve kendi kendime de olsa
konuşmayı özlediğimi fark ettim. ama artık sıkıcı şeyler okuyorum sanırım.
bazen okurken kitabın üzerine büyük harflerle bu düşünceye asla katılmıyorum
yazıyorum. bazen kitabın arasına çiçek şeklinde bir kağıdın üzerine “sanki
kitabın yazarı hiç sevmemiş ve sevilmemiş gibi cümleler kuruyor.” yazıp
bırakıyorum. yaklaşık 300 yıl önce yaşamış birisiyle tartışmak istemem ne kadar
mantıklıdır bilmiyorum ama sanki okuduklarım ‘iktisatçılar duygusuzdur’ önyargımı destekler
nitelikte. bazen kitabın son otuz sayfasını hocaya kitabı okudum dediğimde
yalan söylemiş olmayayım diye okuyorum, hiçbir şey anlamıyor olmak beni
mahvediyor ama şimdi çaba göstermezsem iki ay sonra hâlâ aynı yerde olduğumu
görmek beni daha çok mahveder. zaman zaman anlamadığım halde direndiğim için
kendime saygısızlık yapıyormuşum gibi hissediyorum. ne bileyim salak falan da
değilim ama neden böyle oluyor anlamıyorum diye düşünüyorum. gerçi son
zamanlarda eve girdiğimde anahtarı kapının dışında unutmadığım zaman ev halkı
tarafından tebrik edilmeye başlandım ama herhalde salak değilimdir. hiçbir şey
için yeterince sabredip çaba göstermediğimin farkındayım ama yine de bir şeyler
olsun istiyorum. belki de halihazırda bir kenarda duran inatçılığımı biraz da
bana faydası olacak olan şeylere yöneltmeliyim. yaşamak mı zor, bana mı zor
geliyor? halıya uzanıp tavana bakarak sadece huzurlu sakin bir hayat istemiştim
neden her şey böyle zor geliyor diye düşünmek için harika yaşlardayım. bu arada
23 yaşıma bir teoman konseri hediye etmek istemiştim ama bir türlü nasip
olmadı, neyse artık yirmili yaşlarımın sonuna kadar kendime sözüm olsun.
neredeyse bir ay sonra 24 yaşında olacak olmam tuhaf hissettiriyor, mesela
kendimi hiç kırklı yaşlarda hayal edemem, otuz belki. neyse belki de görmeyeceğim
yıllar için şimdiden endişe etmeme gerek yok. artık hiçbir şeyden şikayetçi
olmayacağım kararımın üzerinden bir ay geçmemişken tekrar her şeyden şikayetçi
olmaya başlamam hiç hoş değil. ama bu sadece ucu bana dokunan bir şikayet hali.
günlük hayatta maruz kaldığım bir olaydan, muhatap olduğum bir insandan kolay
kolay şikayetçi olmam. beni sadece kendi yaptığım veya yapmadığım şeylerden
şikayet ederken görürsünüz. her neyse, olumsuz şeyler düşünmüyoruz ve sanki bir
gökkuşağının altında yaşıyormuşçasına mutlu davranıyoruz. madem kendimi gün
sonunda yatağa uzanıp keyif alacağımdan emin olduğum kitaplar okumaktan
alıkoyuyorum ve bir noktada faydası olacağını düşündüğüm şeyleri okumak için
kendimi zorluyorum, bari güzel bir film izleyeyim dedim. normalde böyle zamanlarda
2005 yapımı gurur ve önyargı’yı izlerim, çünkü filmi bitirdikten sonra iyi
hissettireceğinden emin olurum, yine öyle yapacaktım ama karşıma serendipity
diye 2001 yapımı bir film çıktı, tesadüflerin güzelliğine inanan birisi olarak
demek ki kaderimde bu film varmış dedim ve onu izlemeye karar verdim. çok tatlı
bir filmdi, sanırım zor geçen bir günden sonra sığınılacak liman olan filmler
listeme hızlı bir giriş yapmış oldu. kısmen before sunrise benzeri olsa da
ondan daha çok sevdim bu filmi. geriye yapılacak tek bir şey kalıyor,
sevdiklerime zorla da olsa bu filmi izletip film hakkında konuşmak için
sabırsızlanmak.
yaklaşan
ramazan bayramı için dünya barışı dışında tek temennim doğru bayram gezmesi
arkadaşını bulmaktır. benim için doğru kişi ben baklavanın üstündeki çıtır yeri
yedikten sonra altında kalan fıstıklı kısmını yiyen kişidir. evet baklavanın
sadece üstünü seviyorum. ayrıca muhtemelen bayram sonrası artık yıllardır
ertelediğim (hatta kaçındığım) ehliyet kursuna başlayacağım. artık lütfen
trafikte herkes daha anlayışlı ve makul tavırlar sergilesin.
yazı
sonu şarkısı: melike şahin- uykumun boynunu bükme
Seninle beraber bir şeylerin değiştiğini görmek, sendeki değişiklikleri hissetmek, bu güzel yolculuğun tadına varmak hoşuma gidiyor. Yine yüzlerde çiçek açtıran bir yazı yazmışsın, ayrıca kapının üstünde anahtar unutma kısmının abartılmadığını düşünüyorum şahitliklerime dayanarak, bunu da belirtmek isterim. Her şeyi hallederiz, yeter ki yürekten isteyelim. Ellerine sağlık, her bahar kelebek göçüne şahit olman dileğiyle 🦋
YanıtlaSilkapıda kendisini unutturan anahtarlar utansın ne diyebilirim ki....
SilÇok anlamlı
Silİçinden geçenleri güçlü kaleminle her zamanki gibi gayet güzel dile getirmişsin. Ehliyet konusunda korkma. Artık trafikteki diğer şoförler düşünsün. Ben her zamanki gibi baklavanın çıtır tarafını sana feda etmeye razıyım bi tanem. Sen yeter ki fıstıklı yerini bana feda et:))
YanıtlaSilteşekkür ederim 🥺 arabanla vedalaşsan iyi olur belki 💘
YanıtlaSil