adımı unutup/ bir kaya gibi sert ve görkemli kalmayı bileyim/ elbette umutsuzluğa düşerim bazan/ elbette umutluyum her zaman/ neden yazılır bir şiir/ çünkü nasıl aşılabilir başkaca/ insanın karmaşıklığı. /evet/ dün akşam evinin önünden geçtim /içim hem kimsesizdi hem kalabalık/ bu demektir ki sevgisiz düşünemiyorum sevdayı/ bana söz ver yarın akşam/ göze al her şeyi yeni baştan konuşmayı
odamda bir şeyleri toplamak istemediğimde
elime ne geçerse kaldırdığım boş bir çekmece vardı. daha sonrasında muhakkak
düzenlerdim o çekmeceyi, her şeyi yerli yerine kaldırırdım. geçen gün yine bir
şeyleri oraya kaldırmak için çekmeceyi açtığımda tamamen dolmuş olduğunu
gördüm, demek ki uzunca bir süredir bir şeyleri toplamak istememişim. ama merak
etmeyin çekmeceyi düzenlemedim, bir şekilde bir şeyleri ittirip elimde olanları
da oraya sıkıştırmayı başardım. muhtemelen bir daha ki sefere elimdekiler artık
oraya sığmayacak ve mecburen toparlamak zorunda kalacağım veya belki de bir
çekmeceyi daha boşaltıp orayı da bu amaçla kullanmalıyımdır. şaka yapıyorum, bu
yazının amacı ne kadar dağınık olduğumdan bahsetmek değildi. sadece zihnimizde
de böyle büyükçe boş bir çekmece var ve düşüncelerimizi oraya sıkıştırmaya
çalışıyoruz. sonra üzerine düşünürüz, sonra konuşuruz, sonra hallederiz diye
diye sonralıklarımızı sıkıştırdığımız bir çekmece. yeri geliyor teşekkür etmeyi
bile erteliyoruz. güzel bir şey görünce çabalayan kişiyi takdir etmek bile
gözümüzde büyüyebiliyor. bunlar hep içimizde yük olarak kalıyor sanki. iki yıl
kadar önce ayağımdaki alçıyı çıkarmak için sırada beklerken bana sırasını veren
kişiye teşekkür etmemiştim mesela o zamandan beri aklıma geliyor ara sıra, ama
benim için çok kaotik bir andı kusura bakmasın kendisi. güzel bir şiir
okuduğumuzda, bir kitabın son sayfasını okuyup bitirdiğimizde ama kitap bizim
içimizde bitmeyecek kadar hoş bir etki bıraktığında, hiç olmadı güzel bir şarkı
dinlediğimizde, harika bir günbatımına denk geldiğimizde tüm bunları
birileriyle paylaşabiliyor olmak çok kıymetli. “bu bana seni hatırlattı” veya
“senin de bu güzelliğe benimle eşlik etmeni istedim” demek çok zor değil
aslında ama ya erteliyoruz ya da böyle küçük şeyleri yapmaya bile enerjimiz
olmuyor. ya da daha kötüsü güzel şeylerle yolumuz kesişmiyor. kendimizi zaman
zaman güzel şeyler çemberinden soyutluyoruz. orada bir yerlerde güzel şeyler
oluyor ama biz ya bilerek ya da hiç haberimiz olmadan o çizginin dışında
kalıyoruz. bu hayatta bir şey için çaba harcayacaksak bu mutlu olmak için
olmalı. çok kararsız varlıklarız, kahvaltıda ne yesem, akşam ne izlesem, şunu
mu giysem, buraya mı gitsem, çayı iki kaşık mı demlesem yok yetmez üç kaşık mı
katsam, üzümlü kek mi yesem çikolatalı olanı mı tercih etsem gibi türlü
kararsızlıklarla boğuşuyoruz her gün. bu hayatta en azından tek bir şeyde
kararlı olacaksak bu belki de mutlu olmak hususunda olmalı. süresiz, sınırsız,
kontrolsüz bir mutluluktan bahsetmiyorum ve bunun mümkün olmadığını da
biliyorum zaten ama en azından gün içinde beş dakika bile olsa güzel bir şeyler
görmeye, o güzellikleri yaşamaya vaktimiz olmalı diyorum sadece. başımızı
kaldırıp gün batımına ya da güneşin doğuşuna bakmak, gün içinde şöyle bir kere
de olsa göğe bakarak bulutlara hayran olmak, hiç olmadı durup sadece şöyle
derin bir nefes almak. kurban bayramında ete dokunmadığını öğrenen hayatında
ilk defa gördüğün teyzenin “evlenince elin evinde ne yapacaksın öğren bence”
demesine gülümseyip derin bir nefes almak gibi değil de o teyzeye “sen böyle
şeylerle kendini üzme güzel teyzem kahve yapayım ben sana” diyerek derin bir
nefes almışsın gibi bir nefes.
“hakkında
öğrenmek istediğim tonla şey var. ama seni azar azar tanımak istiyorum.
yavaşça, zorlama olmaksızın.” diye bir cümle geçiyordu izlediğim bir filmde.
birisini zamana yayarak yıllar içinde tanıyor olmanın güzelliğini, daha da
iyisi o kişiyle değişiyor gelişiyor olmanın güzelliğini seviyorum. emek emek
ilerleyen, belki basit ama anlamlı ilişkileri seviyorum. insan tanımak çaba
gerektiren, iki tarafın da adım atmasıyla olacak bir şey. bir şeyler tek taraflı
olduğunda doğru düzgün bir merhaba bile denilemiyor. insan anlaşılmadığını
düşündüğü, ya da karşısındakinin önyargılarıyla boğuştuğunu hissettiği bir
iletişimde yer almak istemiyor. bir konu hakkında, onun hissettirdikleri
hakkında konuşabiliyor olmak çok kıymetli mesela. hele ki her iki taraf da
farklı bakış açılarına sahipse çok keyif aldığım bir muhabbete dönüşüyor. ama
üslup çok önemli, yormayan ve bıktırmayan bir tarzda, “aaa bak hiç öyle
düşünmemiştim haklı olabilirsin” dedirtebilen bir üslup olmalı. karşımdaki
sadece kendisini haklı çıkarmaya çalışan bir tarzda konuşmaya başlayınca iki
kere iki dört eder dese hayır nereden dört ediyormuş bal gibi de beş eder diyip
inat etmeye başlıyorum. iyi bir özellik mi hayır ama ilk karşı taraf
çirkefleşmeye başladı bu detayı atlamayalım lütfen yoksa bilirsiniz melek gibi
birisiyimdir. belki hiç gerçekleşemeyecek -belkisi fazla oldu kesin
gerçekleşmeyecek- olaylar hakkında konuşmayı da seviyorum. kimine göre zaman
kaybıdır belki ama güzel şeylerden bahsetmek suç olmasa gerek. az önce bu
yazıyı yazarken mutfağa kardeşim geldi, bir şaheserin yazılış sürecine tanık
olmak nasıl bir his dedim, güldü. ileride ünlü bir yazar olduğumda anlatırsın
insanlara dedim. bu sefer gülmeden mutfağı terk etti ama canı sağ olsun, bana
olan desteğini bardağı tezgaha usulca koyuşunda hissettim ben. ileride ünlü bir
yazar olacak mıyım? hayır. ileride bir yazar olacak mıyım? hayır. ama olsun, bu
konuda konuşup şaka yapmama engel değil. mesela ileride, yaklaşık on beş yıl
kadar sonra açmayı planladığım ve “keklendiniz” ismini vereceğim kek evi için
tabak bakıyorum arada. böyle bir yer açacak mıyım? hayır. ama mekana çok
yakışacak avizeler bulmamam için hiçbir sebep göremiyorum. kardeşime finansal
ortağı olursun diyorum, işin içinde sen varken bilmiyorum diyor. ama neden
böyle diyor, kafe kapandığında -ki kesinlikle batacak bu konuda hemfikiriz-
üzülmeyeyim diye. çünkü benim üzülmem onları endişelendirir. hep dediğim gibi,
iyi düşünelim ve evrene olumlu enerjiler gönderelim. sözün özü varmak istediğim
nokta şu ki, güzel şeyler olmuyorsa bile olması imkan dahilinde bile olmayan
güzel şeylerden bahsetmek, hayatımızda bunları bıkmadan usanmadan dinleyecek
insanların olması da güzel bir şeydir.
hayatta
bazen bazı değişiklikler yapmak gerekiyor. mesela zeytinli poğaçanın üzerine
çörek otu, peynirli poğaçanın üzerine susam serpiştiririm genelde. çünkü zeytin
ve çörekotu siyahtır, peynir beyazdır susam sarı olsa da sarı beyaza yakın bir
renktir. evdekilere sürpriz olsun diye bazen tam tersini yaparım. kimse de
“aaaa nereden geliyor böyle şeyler aklına hay allah” demez, belki fark
etmiyorlardır bile ya da boş işler peşinde olduğumu düşünüyor da olabilirler.
bazen pirinç pilavını şehriyesiz yaparım. bunun asıl sebebi şehriyelerin pişme
oranını ayarlayamıyor olmam. soğanların bir süre sonra pembeleştiği ve
şehriyenin kavurdukça renginin döndüğü büyük bir yalandır. ikisi de bir süre
sonra yanıyor, o kıvamı ayarlamak biraz zor. bu yüzden şehriyesiz pirinç
pilavından devam, her ne kadar annem tatsız tuzsuz lapa gibi olduğunu iddia
etse de. zaman zaman annem böyle asılsız iddialarda bulunur, mesela çamaşırları
asamadığımı iddia ediyor, çamaşır asamamak diye bir şey yoktur halbuki. ıslak
çamaşırları makineden çıkarırız sonrasında elimize alıp uygun bir yere asarız
ve kurumasını bekleriz. bu makarna pişirmek ya da çay demlemek gibi bir şeydir,
yani yapılamıyor olması mümkün olmayan, yapınca olan şeyler. belki annem
bunları da yapamadığımı söyleyecektir ama kendisini kesin bir dille
reddediyorum ve iddiaların asılsız olduğunu söylüyorum. hayatta bazı
değişiklikler yapmak lazım diyordum en son konu nerelere geldi. ben neyi
değiştirmek istiyorum kendimde diye düşündüğümde uzunca bir liste karşılıyor
beni. ilk etapta böyle hemencik gözümüzü korkutmaya da gerek yok, küçük
adımlarla ilerleyelim. mesela ilk değiştirmek istediğim şey yaptığım işleri hep
böyle ucundan kıyısından yapmak, işin içine dahil olmamak, her an bırakacak
konumda olmak, ne zaman kalkacağım belli olmaz diyerek hemen kapının önünde
oturmak. hiçbir zaman evet yaptım mı güzel yaparım bu işte iyiyimdir özgüvenine
sahip olamadım, hadi bunu geçtim annem evden çıkarken elime çöp tutuşturmuş da
onu çöpe kadar götürüyormuşum edasıyla yaptım işlerimi. baktım biraz zorlanıyor
muyum, aman dedim bunu da yapmayıvereyim. insanın kendisine kıyamaması bir
ölçüde güzel bir şey ama iş ‘nefes almak da zorlanıyor muyum almasam da olur
yazık bana’ boyutuna gelince işler çığırından çıkabiliyor. belki ihtiyacım olan
kendime biraz daha güvenmek ve yaptığım işin hakkını vermeye çalışmaktır.
mesela kendime söz verdim tekrar gitar öğrenmeye çalışacağım, siz beni bir de
seneye mayıs ayında görün. endişeye mahal yok şarkı söylemeye çalışmayacağım
içiniz rahat olsun, çünkü insan biraz da kendisini bilmeli.
her
insanın zaman çizgisi farklıdır gibi bir şeyler okumuştum, bu değilse de bu
minvalde bir cümleydi. yani bir şeyleri yapmanın yaşı yoktur, herkesin
hayatının akışı farklıdır. bir kişinin benim yaşımdayken yaptıklarını yapmamış
olmam beni başarısız yapmaz. 24 yaşındayım. evim, arabam, eşim, işim
olmayabilir evet geriye sayacak başka bir başarı da kalmamış olabilir ama ben
de iyi kalpliyimdir mesela öyle düşünelim. işin şakası bir yana -evet şakaydı-
24 yaşında tüm bunlara sahip olmamış olmam, yaşıtlarımın birini, birkaçını veya
tamamını başarmış olması birimizi diğerinden daha başarılı yapmıyor. hayattan
beklentilerimiz, yaşadıklarımız ve yaşamadıklarımız, hayallerimiz,
gerçeklerimiz her birimizi bambaşka yollara sürüklüyor. toplum tarafından
onaylanmış başarıların, yine toplum nezdinde makul kabul edilen yaşlarda elde
edilmesi gerekiyor ki insanlar sana evet başardın bravo desin. gerçi çok
başarılı olunsa da insanların ödü kopuyor ağızlarından güzel bir söz çıkar
diye, aman yanlışlıkla tebrik mebrik ederler. “böyle hayal etmedim ki büyüyünce
olacağım şeyi, bakıyorum etrafıma benden saçma hiçbir şey yok.” diyor şair,
zaman zaman böyle hissediyor olmak normal olmalı, yani herhalde herkes bir
noktada böyle hissediyordur. ama güzel bir söz, belki bir gülümseme az da olsa
iyi hissettiriyor. etrafa güzel cümleler saçmaktan kaçınmayalım, belki
birisinin ihtiyacı vardır. eveeet, bugünlük eleştireceğim ve şikayet edeceğim
şeyler bunlardı, okuduğunuz için teşekkürler.
yazı
sonu şarkısı: teoman- hayalperest
Pirinç pilavına verdiğin değer için teşekkürler
YanıtlaSilpilav için bir dakikalık saygı duruşu
Silşu an bu yazıyı okuduğum için kendimi çok özel hissediyorum, teşekkür ederim üzümcüm sen her bir zerrenle harika geliyosun bana
YanıtlaSilben teşekkür ediyorum 🥺💘
SilEsasında çamaşırın düzgün asılmaması ütüyü zorlaştırdığı için annen haklı olabilir hanım kız.seni seviyorum hem de çok...
YanıtlaSilkendini böyle haklı çıkaramazsın anne ve ben de seni seviyorum çokça 💖
SilÖncelikle haklı olunabilecek birçok şeyde haklı olmuşsun şunlar hariç: ilerde çok güzel eserler çıkarabilecek bir yazar olman ve batsa bile 'keklendiniz' kafesinin kurulacak olması, bu ikisinde ben haklıyım üzgünüm. Ayrıca ucundan kıyısından yapmayacağın ve sonunu getireceğin diğer iş yüksek lisansı bitirmek bunu da halkın huzurunda açıklayayım. Yazı o kadar güzel ki ben buna iltifat edecek kadar güzel söz bilmiyorum keşke kelime dağarcığım biraz daha gelişmiş olsaydı. En azından şunu söylemeliyim, okurken yüzümde tebessüm olduğun için teşekkür ederim iyi ki varsın 💘
YanıtlaSilevet ben maalesef hep haklıyımdır.... :D bu hayatta her şeyin hayırlısı diyorum ve sen de iyi ki varsın, iyi ki yüzümü güldürüyorsun 🍒
Sil